Mesnevi-i Nuriye | Katrenin Zeyli | 77
(76-83)
Remz

Arkadaş! Vesvese ve evham zulmetleri içinde yürürken, Resûl-i Ekrem (A.S.M.)ın sünnetleri birer yıldız, birer lâmba vazifesini gördüklerini gördüm. Herbir sünnet veya bir hadd-i şer’î, zulmetli dalâlet yollarında Güneş gibi parlıyor. O yollarda insan, zerre miskal o sünnetlerden inhiraf ve udûl ederse; şeytanlara mel’ab, evhama merkeb, ehval ve korkulara ma’rez ve dağlar kadar ağır yüklere matiyye olacaktır.

Ve keza, o sünnetleri, sanki semâdan tedelli ve tenezzül eden ipler gibi gördüm ki, onlara temessük eden yükselir, saadetlere nâil olur. Muhalefet edip de akla dayananlar ise, uzun bir minâre ile semâya çıkmak hamakatinde bulunan Fir’avn gibi bir fir’avn olur...

Remz

Arkadaş! Nefiste öyle dehşetli bir nokta ve açılmaz bir ukde var ki, zıtları birbirinden tevlid eder. Ve aleyhte olan her bir şeyi lehte zanneder. Meselâ Güneşin eli sana yetişir, ziyâsiyle başını okşar. Fakat, senin elin ona yetişemez. Ve senin keyfin üzerine hareket etmez. Demek, şemsin sana karşı iki ciheti vardır: Biri kurb, diğeri bu’d. Eğer senin ondan baîd olduğun cihetle “O bana te’sir edemez” ve onun sana karîb olduğu cihetle “Ona te’sir edebilirim” desen, cehlini i’lân etmiş olursun.

Kezalik, Hâlık ile nefis arasında da bir kurb ve bu’d vardır. Kurb Hâlıkındır, bu’d nefsindir. Eğer nefis, uzaklığı cihetiyle enâniyet ile Hâlıka bakıp, “Bana te’sir edemez” diye bir ahmaklıkta bulunursa, dalâlete düşer. Ve keza, nefis mükâfatı gördüğü zaman “Keşke ben de öyle yapaydım, böyle olaydım” der. Mücâzâtın şiddetini de gördüğü vakit, teâmî ve inkâr ile kendisini teselli eder.

Ey ahmak nokta-i sevda! Hâlıkın ef’ali sana nâzır değildir. Ancak O’na bakar. Kâinatı senin hendesen üzerine yapmış değildir. Ve seni hilkat-ı âlemde şâhid tutmamıştır. İmâm-ı Rabbânî’nin (R.A.) dediği gibi: “Melikin atiyyelerini, ancak matiyyeleri taşıyabilir.”

Səs yoxdur