Mesnevi-i Nuriye | Hubab | 106
(84-106)

İ’lem Eyyühel-Aziz! Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân, hakîkatları durûb-u emsâl ile beyân ediyor. Çünkü dâire-i ulûhiyete âid hakâik-i mücerrede, dâire-i mümkinatta ancak misaller ile temessül ve tavazzuh eder. Mümkin ve miskin olan insan da, dâire-i imkânda misallere bakarak, fevkinde bulunan dâire-i vücubun şuûnatını, ahvâlini düşünür.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Her şeyin içine melekût, dışına da mülk denir. Bu i’tibârla insan ile kalb, birbirine hem zarf, hem mazruf olur. Çünkü insan mülk cihetiyle kalbe zarf olur. Melekût cihetiyle de mazruf olur.

Bu kâide arş ile kevn hakkında da tatbik edilir. Şöyle ki: Arş; Zâhir, Bâtın, Evvel, Âhir isimlerinin halita ve karışığıdır. Bu halitada dahil olan İsm-i Zâhir i’tibâriyle; arş, mülk; kevn, melekût olur. İsm-i Bâtın i’tibâriyle; arş, melekût; kevn, mülk olur. Demek arşa ism-i Zâhir nazarı ile bakılırsa; kendisi zarf, kevn de mazruf olur. İsm-i Bâtın gözü ile bakılırsa; kendisi mazruf, kevn zarf olur. Ve keza, ism-i Evvel i’tibâriyle

âyetinin işâret ettiği kevnin bidâyetini içine alıyor. Ve ism-i Âhir i’tibâriyle

Hadis-i Şerifinin îma ettiği kevnin nihayetini içine alıyor.

Demek arş öyle bir halitadır ki, şu dört isimden aldığı hisseler ile kevn ve vücûdun sağını, solunu, üstünü ve altını ihâta etmiş olur.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Acz, nidânın mâdenidir. İhtiyaç duânın menbâıdır.

Fe yâ Rabbî, yâ Hâlıkî, yâ Mâlikî! Seni çağırmakta hüccetim hâcetimdir. Sana yaptığım duâlarda uddetim fâkatimdir. Vesîlem fıkdan-ı hîle ve fakrimdir. Hazînem aczimdir. Re’s-ül-mâl’im, emellerimdir. Şefîim, Habîbin (Aleyhissalâtü Vesselâm) ve rahmetindir. Afveyle, mağfiret eyle ve merhamet eyle yâ Allah! Yâ Rahman! Yâ Rahîm! Âmîn!

* * *


Səs yoxdur