Mesnevi-i Nuriye | Habbe | 124
(116-133)

Binâenaleyh, her bir zerre o büyük yükün tahammülünden âciz olduğunu ikrar ile “Mûcid, Hâlık, Rab, Mâlik, Kayyum ancak Allah’tır” diye şehâdetini i’lân eder. Ve keza, her bir zerre, her bir mürekkebat, muhtelif lîsan ve delâletleriyle şu beyti terennüm ediyorlar:

Evet her bir harf kendi vücûduna bir vecihle delâlet eder. Amma kâtibinin, sâniinin vücûduna çok vecihlerle delâlet eder. Evet...

İ’lem Eyyühel-Aziz! Cam, su, hava, âlem-i misal, ruh, akıl, hayal, zaman vesâire gibi, tecelli-i timsal akislere mahal ve mazhar olan çok şeyler vardır. Maddiyat-ı kesifenin timsalleri hem münfasıl, hem ölü hükmündedirler. Çünkü asıllarına gayr oldukları gibi, asıllarının hâsiyetlerinden de mahrumdurlar. Nurânîlerin timsalleri ise, asıllariyle muttasıl ve asıllarının hâsiyetlerine mâlik ve asıllarına gayr değillerdir. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hak şemsin hararetini hayat, ziyâsını şuur, ziyâdaki renkleri duygu gibi yapmış olsa idi, senin elindeki âyinede temessül eden şemsin timsali seninle konuşacaktı. Çünkü o, timsalinde oldukça harareti, ziyâsı, renkleri olurdu. Hararetiyle hayat bulurdu. Ziyâsiyle şuurlu olurdu. Renkleri ile de duygulu olurdu. Böyle olduktan sonra, seninle konuşabilirdi. Bu sırra binâendir ki, Resûl-i Ekrem (A.S.M.) kendisine okunan bütün salavât-ı şerifeye bir anda vâkıf olur.

İ’lem Eyyühel-Aziz! “Sübhanallah” ve “Elhamdülillâh” cümleleri, Cenâb-ı Hakk’ı celâl ve cemâl sıfatlariyle zımnen tavsif ediyorlar. “Celâl” sıfatını tazammun eden “Sübhanallah”, abdin ve mahlûkun Allah’tan ba’id olduklarına nâzırdır.

“Cemâl” sıfatını içine alan “Elhamdülillâh”, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetiyle abde ve mahlûkata karib olduğuna işârettir. Meselâ biri kurb, diğeri bu’d olmak üzere bize nâzır şemsin iki ciheti vardır. Kurb cihetiyle harâret ve ziyâyı veriyor. Bu’d cihetiyle insanların mazarratlarından tâhir ve safi kalıyor. Bu i’tibârla insan şemse karşı yalnız kabil olabilir, fâil ve müessir olamaz.

Səs yoxdur