Mesnevi-i Nuriye | Zühre | 152
(149-179)

Belki felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehâsin zannederek, beşeri sefâhete ve dalâlete sevkeden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitab ediyorum. Şöyle ki:

O zaman, o seyahat-ı ruhiyede, mehâsin-i medeniyet ve fünûn-u nâfiadan başka olan malâyâni ve muzır felsefeyi ve muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avrupa’nın şahs-ı ma’nevîsine karşı demiştim:

Bil ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakîm ve dalâletli bir felsefeyi ve sol elinle sefih ve muzır bir medeniyeti tutup, dâva edersin ki: “Beşerin saadeti bu ikisi iledir.” Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin.

Ey küfr ve küfrânı dağıtıp neşreden bedbaht ruh! Acaba hem ruhunda, hem vicdanında, hem aklında, hem kalbinde dehşetli musîbetlerle musîbetzede olmuş ve azaba düşmüş bir adamın cismiyle, zâhirî bir sûrette aldatıcı bir zînet ve servet içinde bulunmasiyle saadeti mümkün olabilir mi? Ona mes’ud denilebilir mi?

Âyâ görmüyor musun ki, bir adamın cüz’î bir emirden me’yus olması ve vehmî bir emelden ümidi kesilmesi ve ehemmiyetsiz bir işten inkisar-ı hayale uğraması sebebiyle tatlı hayaller ona acılaşıyor. Şirin vaziyetler onu tâzib ediyor. Dünya ona dar geliyor, zindan oluyor. Halbuki senin şeametinle, kalbinin en derin köşelerinde ve ruhunun tâ esasında dalâlet darbesini yiyen ve o dalâlet cihetiyle bütün emelleri inkıtâa uğrayan ve bütün elemleri ondan neş’et eden bir biçâre insana hangi saadeti te’min ediyorsun? Acaba zâil yalancı bir Cennette cismi bulunan ve kalbi, ruhu Cehennemde azab çeken bir insana mes’ud denilebilir mi? İşte sen biçâre beşeri böyle baştan çıkardın. Yalancı bir Cennet içinde Cehennemî bir azab çektiriyorsun.

Ey nev’-i beşerin nefs-i emmâresi! Bu temsile bak, beşeri nereye sevkettiğini bil. Meselâ; bizim önümüzde iki yol var: Birisinden gidiyoruz. Görüyoruz ki, her adım başında biçâre âciz bir adam bulunur. Zâlimler hücum edip malını, eşyasını gasbederek kulübeciğini harab ediyorlar. Ba’zan da yaralıyorlar. Öyle bir tarzda ki, acınacak hâline semâ ağlıyor. Nereye bakılsa hal bu minval üzere gidiyor. O yolda işitilen sesler, zâlimlerin gürültüleri, mazlumların ağlayışları olduğundan umûmî bir mâtem, o yolu kaplıyor. İnsan, insâniyet cihetiyle gayrın elemiyle müteellim olduğundan, hadsiz bir eleme giriftar oluyor. Halbuki vicdan bu derece teellüme tahammül edemediğinden; o yolda giden, iki şeyden birisine mecbûr olur.

Səs yoxdur