Mesnevi-i Nuriye | Nokta | 256
(245-258)

Hem de Sâni-i Zülcelâl cemî nekaisden münezzehdir. Zîra, nevâkıs mâhiyeti maddiyatın isti’dâdsızlığından neş’et eder. Zâtı Zülcelâl maddiyattan mücerreddir, münezzehdir. Hem kâinatın mâhiyatı mümkinesinden neş’et eden evsâf ve levâzımatından mukaddesdir.

Sual: Vahdet-ül-vücûdu nasıl görüyorsun?

Elcevab: Tevhidde istiğrakdır. Ve nazara sığmayan bir tevhid-i zevkîdir. Esâsen tevhid-i Rubûbiyet ve tevhid-i Ulûhiyetten sonra tevhidde zevken şiddet-i istiğrak, vahdet-i kudret yâni

sonra vahdet-i idare, sonra vahdet-üş-şühud, sonra vahdet-ül-vücûd, sonra yalnız bir vücûdu, sonra yalnız bir mevcûdu görünceye müncer oluyor. Muhakkıkîn-i Sofiyenin müteşâbihat hükmünde olan şatahatiyle istidlâl edilmez. Dâire-i esbâbı yırtıp çıkmayan ve te’sirinden kurtulmayan bir ruh, vahdet-ül-vücûddan dem vursa, haddini tecâvüz eder. Dem vuranlar, Vâcibü’l-Vücûda o kadar hasrı nazar etmişlerdir ki, mümkinattan tecerrüd ederek, yalnız bir vücûdu belki bir mevcûdu görmüşler. Evet delil içinde neticeyi görmek, âlemde Sânii müşâhede etmek, tarîkı istiğrakkârâne cihetiyle cedâvili ekvanda cereyanı tecelliyatı İlâhîyeyi ve melekûtiyet-i eşyâda sereyanı füyuzatı ve merâyayı mevcûdâtta tecelli-i esmâ ve sıfâtı, yalnız zevken anlaşılır birer hakîkat iken, dîki elfaz sebebiyle ulûhiyeti sâriye ve hayatı sâriye ta’bir ettiler. Ehli fikir, o hakâikı zevkiyeyi nazarın mekayisine sıkıştırdığından çok evhamı bâtılaya menşe’ oldu. Madde-perver hükemâ ve zaîf-ül-i’tikâd ehli nazarın vahdet-ül-vücûdu ile evliyânın vahdet-ül-vücûdu, tamamen birbirinin zıddıdır. Beş cihetten fark vardır:

Səs yoxdur