Şualar | OnDördüncü Şuâ | 411
(384-508)
İDDİANAMEDE BENİM HAKKIMDA DÖRT ESAS VAR:

Birinci Esas: Güya bende tefahur ve hodfüruşluk var ve kendimi müceddid biliyorum.

Ben bütün kuvvetimle bunu reddederim. Hem Mehdilik isnadını hiç kabul etmediğime bütün kardeşlerim şehâdet ederler. Hatta Denizli’deki ehl-i vukuf, “Eğer Said mehdiliğini ortaya atsa bütün şâkirdleri kabul edecek” dediklerine mukabil, Said itiraznamesinde demiş ki, “Ben seyyid değilim. Mehdi seyyid olacak.” diye onları reddetmiş.

İkinci Esas: Neşriyatı gizlemesi.

Gizli düşmanlar yanlış ma’na verdirmesin. Yoksa siyasete ve dünya âsâyişine temas cihetiyle değildir. Hem eski harf ile teksir makinesini bir bahâne bulmasınlar. Mustafa Kemâl’e karşı Nur’un tokadı ise: (Hâşiye) altı mahkeme ve Ankara makamatı bilmiş, ilişmemişler ve bize beraat verdiler. Hem onun fenalığını göstermek, ordunun kıymetini muhafaza etmek içindir. Bir şahsı sevmemesi, orduyu muhabbetkârane sena içindir.


Hâşiye: İddianamede, yanlış bir ma’na verip, Nur’un kerâmetlerinden tokat tarzındaki bir kısmını, medâr-ı ittiham saymış, güya Nurlara hücum zamanında gelen zelzele gibi belâlar Nur’un tokatlarıdır. Hâşâ sümme hâşâ!.. Biz öyle dememişiz ve yazmamışız. Belki mükerrer yerlerde hüccetleriyle demişiz ki nurlar makbul sadaka gibi belâların def’ine vesiledir. Ne vakit Nurlara hücum edilse, Nurlar gizlenir, musîbetler fırsat bulup başımıza geliyorlar. Evet Nur’un binler şâkirdlerinin tasdik ve müşahedeleriyle, yüzler vukuat ve hâdisat ile tesadüf ihtimâli olmayan o hâdisatın tevafukları ve Kur’ânın müteaddid işâret ve tevafukuyla, hatta mahkemelerde kısmen gösterildiği cihetle kat’i kanaatımız var ki; o tevafukat Risâle-i Nur’un makbuliyetine bir ikram-ı İlâhîdir ve Kur’ân hesabına Nurlara bir nevi kerâmetleridir.

[/]
Səs yoxdur