Şualar | OnBeşinci Şuâ | 531
(529-621)

BİRİNCİ KELİME:


’dır. Bundaki hüccet ise matbû “Âyet-ül Kübrâ Risâlesi”dir. O emsalsiz hüccetin hârikalığı içindir ki; İmam-ı Ali (R.A.), Nur’un eczalarından haber verdiği sırada



deyip o “Âyet-ül Kübrâ”yı şefaatçı yaparak Nur şâkirdlerinin Denizli hapsinde, o risâlenin hem Ankara, hem Denizli Mahkemelerinde galebesiyle ve perde altında te’sirli intişariyle talebelerine beraet kazandırmağa sebeb olduğu gibi, onun gizli tab’ı da, şâkirdlerinin dokuz ay mevkufiyetlerine vesile olmasiyle İmâm-ı Ali’nin (R.A.) hem kerâmet-i gaybiyesini, hem Nur şâkirdlerinin bedeline duasını pek zâhir bir sûrette tasdik etti.

Evet “Âyet-ül Kübrâ” Şuâı otuz üç icma-i azîmi ve küllî hüccetleri mevcûdâtın heyet-i mecmûasında gösterip, herbir hüccet-i külliyede hadsiz bürhanlara işâret ederek başta semâvât, yıldızlar kelimeleriyle; arz, hayvanat ve nebatat kelâmları ve cümleleriyle; gitgide tâ kâinat mecmûası, müştemilât ve mevcûdât ve hudûs ve imkân ve tegayyür hakîkatlarının kelimeleriyle Vâcib-ül Vücûd’un mevcûdiyetini ve vahdaniyetini Güneş zuhurunda ve gündüz kat’iyyetinde isbat ediyor. Sarsılmaz bir îman isteyen ve dinsiz anarşistliğe karşı kırılmaz bir kılınç arayanlar, “Âyet-ül Kübrâ”ya müracaat etsinler.

İKİNCİ KELİME: ’dur. Bundaki hüccete gâyet kısa bir işâret şudur:

Bu kâinatta, her cihette bir birlik, bir vahdet görünüyor. Meselâ: Kâinat bir muntazam şehir, bir muhteşem saray, bir mücessem manidar kitab, bir cismanî ve her âyeti, hatta herbir harfi ve herbir noktası mu’cizekâr bir Kur’ân hükmünde bulunmasiyle bir vahdet ve birlik gösterdiği gibi, o sarayın lâmbası bir ve takvimci kandili bir ve ateşli aşçısı bir ve sakacı süngeri, sucusu bir, bir bir bir, tâ binbirler kadar birlikleri ve vahdetleri göstermekle o sarayın ve şehrin, o kitabın, o cismanî Kur’ân-ı Kebir’in sâhibi, hâkimi, kâtibi, musannifi bilbedahe mevcûd ve vâhid ve birdir diye kat’i isbat eder.

Səs yoxdur