Siracinnur Mecmuası | Yirmialtıncı Lema | 70
(45-86)

Fakat vâhasretâ birisini unutamıyordum. O da hem biraderzâdem, hem ma’nevî evladım, hem en fedakâr talebem, hem en cesur bir arkadaşım olan merhum Abdurrahmân idi. Altı yedi sene evvel benden ayrılmıştı. Ne o benim yerimi biliyor ki yardıma koşsun, teselli versin ve ne de ben onun vaziyetini biliyordum ki, onunla muhabere edeyim, dertleşeyim. Benim bu ihtiyarlık vaziyeti zamanımda; öyle fedakâr, sâdık birisi bana lâzımdı. Sonra birden birisi bana bir mektub verdi. Mektubu açtım gördüm ki: Abdurrahmânın mâhiyetini tam gösterir bir tarzda bir mektub ki, o mektubun bir kısmı Yirmi Yedinci Mektubun fıkraları içinde, üç zâhir kerâmeti gösterir bir tarzda dercedilmiştir. O mektub beni çok ağlattırmış ve el’ân da ağlattırıyor.

Merhum Abdurrahmân o mektubla pek ciddî ve samîmi bir sûrette; dünyanın ezvâkından nefret ettiğini ve en büyük maksadı bana yetişip küçüklüğünde benim ona baktığım gibi, o da ihtiyarlığımda bana hizmet etmekti. Hem dünyada benim hakîki vazifem olan neşr-i esrar-ı Kur’âniyede, muktedir kalemiyle bana yardım etmekti. Hatta mektubunda yazıyordu: “Yirmi otuz risâleyi bana gönder, herbirisinden yirmi otuz nüsha yazıp ve yazdıracağım.” diyordu.

O mektub, bana dünyaya karşı kuvvetli bir ümid verdi. Deha derecesinde zekâya mâlik ve hakîki evlâdın çok fevkinde bir sadakat ve irtibatla bana hizmet edecek böyle cesur bir talebemi buldum diye; o işkenceli esareti, o kimsesizliği, o gurbeti, o ihtiyarlığı unuttum. O mektubdan evvel îman-ı bi’lâhirete dâir tab’ettirdiğim Onuncu Sözün bir nüshası eline geçmişti. Güya o risâle ona bir tiryak idi ki; altı yedi sene zarfında aldığı bütün ma’nevî yaralarını tedavi etti. Gâyet kuvvetli ve parlak bir îman ile ecelini bekliyor gibi bana o mektubu yazmış. Bir iki ay sonra Abdurrahmân vâsıtasiyle yine mes’ûdane bir hayat-ı dünyeviye geçirmek tasavvurunda iken “vâhasretâ” birden onun vefat haberini aldım. Bu haber o derece beni sarstı ki; beş senedir daha o te’sir altındayım. O vakit bulunduğum işkenceli esaret ve yalnızlık ve gurbet ve ihtiyarlık ve hastalığım; on derece onların fevkinde bana bir firkat, bir rikkat, bir hüzün verdi.

Benim merhume validemin vefatiyle husûsi dünyamın yarısı, onun vefatiyle vefat etmiş diyordum. Abdurrahmân’ın vefatiyle da, bâki kalan öteki yarı dünyam da vefat etti gördüm. Dünyadan bütün bütün alâkam kesildi. Çünkü o dünyada kalsaydı; hem dünyadaki vazife-i uhreviyemin kuvvetli bir medârı ve benden sonra tam yerime geçecek bir hayrü’lhalef ve hem de bu dünyada en fedakâr bir medâr-ı teselli, bir arkadaşım olabilirdi.. ve en zeki bir talebem, bir muhatab ve Risâle-i Nur eczalarının en emin bir sâhibi ve muhafızı olurdu.

Səs yoxdur