Tılsımlar Mecmuası | On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamı | 10
(6-13)

Hem hiç bir cihetle şüphe kabûl etmiyen ve hiç bir vechile noksaniyyeti olmıyan, Güneş gibi zâhir olan rahmetini ve ziya gibi görünen hikmetini inkâr ettirsin. Hâşâ!..

Ey insan! Bil ki: O Rahmetin arşına yetişmek için bir mîrac var. O mîrac:


’dir. Ve bu mîrac ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlamak istersen, Kur’ân-ı Mu’ciz-ül-Beyan’ın yüz on dört sûrelerinin başlarına ve hem bütün mübarek kitapların iptidalarına ve umum mübârek işlerin mebde’lerine bak. Ve Besmelenin aza-met-i kadrine en kat’î bir hüccet şudur ki: İmâm-ı Şâfiî (R.A.) gibi çok büyük müctehidler demişler: “Besmele tek bir âyet olduğu halde Kur’ân’da yüz on dört defa nâzil olmuştur.”

DÖRDÜNCÜ SIR: Hadsiz kesret içinde vâhidiyyet tecellisi, hitab-ı


demekle herkese kâfi gelmiyor. Fikir dağılıyor. Mecmuundaki vahdet arkasında Zât-ı Ehadiyyeti mülâhaza edip



demeğe küre-i arz vüs’atinde bir kalb bulunmak lâzım geliyor. Ve bu sırra binâen cüz’iyyatta zâhir bir surette sikke-i Ehadiyyeti gösterdiği gibi, her bir nevide sikke-i Ehadiyyeti göstermek ve Zât-ı Ehad’i mülahaza ettirmek için hâtem-i Rahmâniyyet içinde bir sikke-i Ehadiyyeti gösteriyor; tâ külfetsiz herkes her mertebede



deyip doğrudan doğruya Zât-ı Akdese hitab ederek müteveccih olsun.

İşte Kur’ân-ı Hakîm, bu sırr-ı azîmi ifade içindir ki, kâinatın dâire-i âzamından meselâ semâvat ve arzın hilkatinden bahsettiği vakit birden en küçük bir dâireden ve en dakik bir cüz’îden bahseder; tâ ki, zâhir bir surette hâtem-i Ehadiyyeti göstersin. Meselâ: Hilkat-i semâvat ve arzdan bahsi içinde hilkat-i insandan ve insanın sesinden ve sîmasındaki dekaik-ı ni’met ve hikmetten bahis açar. Tâ ki, fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh Mâbudunu doğrudan doğruya bulsun. Meselâ:


âyeti mezkur hakîkati mu’cizâne bir surette gösteriyor.

Səs yoxdur