Tılsımlar Mecmuası | OnAltıncı Söz | 28
(24-31)

İşte o Zât-ı Zülcelâl’dir ki, şöyle ferman ediyor:


deyip, hem kemâl-i kudretini ilân, hem kudretine nisbeten Haşir ve Kıyâmet gayet sehl ve külfetsiz olduğunu beyân ediyor. Emr-i tekvinîsi, kudret ve iradeyi tazammun ettiğini ve bütün eşya, evâmirine gayet musahhar ve münkad olduklarını ve mübaşeretsiz, muâlecesiz halkettiği için icadındaki sühulet-i mutlakayı ifade için, sırf bir emirle işler yaptığını, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyân ile ferman ediyor.

Hasıl-ı kelâm: Bir kısım âyetler eşyada husûsan bidâyet-i icadında gayet derecede hüsn-ü san’atı ve nihayet derecede kemâl-i hikmeti ilân ediyor. Diğer kısmı; eşyada, husûsan tekrar icadında ve iadesinde gayet derecede sühulet ve sür’atini nihayet derecede inkıyad ve külfetsizliğini beyân eder.

ÜÇÜNCÜ ŞUÂ: Ey haddinden tecavüz etmiş nefs-i pürvesvas! Diyorsun ki:


gibi âyetler, nihayet derecede kurbiyyet-i ilâhiyyeyi gösteriyor.




Ve hadîste vârid olan: “Cenâb-ı Hak yetmiş bin hicab arkasındadır” ve Mi’rac gibi hakikatler, nihayet derecede bu’diyetimizi gösteriyor. Şu sırr-ı gamızı fehme takrib edecek bir izah isterim?”

Elcevab: Öyle ise dinle:

Evvelâ, Birinci Şuâ’’nın âhirinde demiştik: Nasılki Güneş, kayıdsız nuruyla ve maddesiz aksi cihetiyle; sana, senin ruhun penceresi ve onun âyinesi olan gözbebeğinden daha yakın olduğu halde; sen, mukayyed ve maddede mahpus olduğun için ondan gayet uzaksın.

Səs yoxdur