Mesnevi-i Nuriye | Zeylül Habbe | 140
(134-142)

Hülâsa: Kur’ânın âyetleriyle ebnâyı beşer için büyük kıyametin geleceğine kat’i delâletler olduğu gibi, kitab-ı âlemin âyât-ı tekvîniyesiyle de kıyamet-i kübrâya pek kat’i delâletler ve işâretler vardır.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Kur’ân-ı Kerîm okunurken istimâında bulunduğun zaman muhtelif şekillerde dinleyebilirsin:

1- Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nübüvvet kürsüsüne çıkıp nev’-i beşere hitâben Kur’ânın âyetlerini tebliğ ederken, kıraatini kalben ve hayalen dinlemek için kulağını o zamana gönder. O fem-i mübârekinden çıkar gibi dinlemiş olursun.

2- Veya Cebrâil (A.S.) Hazret-i Muhammed’e (A.S.M.) tebliğ ederken her iki Hazretin arasında yapılan tebliğ tebellüğ vaziyetini dinler gibi ol.

3- Veya kab-ı kavseyn makamında, yetmiş bin perde arkasında Mütekellim-i Ezelî’nin Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a olan tekellümünü dinler gibi hayalî bir vaziyete gir.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Senin şuur ve ilminin sana taallûku, ahvâl ve levâzımat-ı ihtiyacâtın nisbetindedir. Çünkü sebeb ile müsebbeb, kuvvet ile amel arasında münâsebet lâzımdır. Fazla noksan olmamalıdır. Senin sana olan şuur ve ilminin nisbeti, Hâlık’ın sana olan nazar ve ilmine nisbetle bir kıl gibidir. Binâenaleyh, pek cüz’î olan ilim ve şuurunla, Şems-i Ezelî’nin ilim ve nazarına mukabele etmekle, gündüz ortasında, Güneşin altında, Güneşin ziyâsiyle mübârezeye çıkan ateş böceği gibi olma!

İ’lem Eyyühel-Aziz! Cenâb-ı Hakk’ın ef’âli birbirine münâsib, âsârı birbirine müşâbih, esmâsı birbirine âyine ve ma’kes, sıfâtı birbirine mütedahil, şuûnatı memzuc ise de, herbirisi için husûsi bir tavır, bir hal vardır ki, maksud-u bizzat o husûsi tavırdır. Sâir tavırlar ise, tebaîdirler. Binâenaleyh, meselâ Hâlık’ın âsârından cemâdata baktığın zaman azamet ve kudreti, kasdına hedef yap. Başka isimlerin tecelliyatını teb’an düşün. Hayvânâta bakarken merhamet kasdiyle bak. Sâir tecelliyata tebaî bir nazar ile bak.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Kur’ân-ı Kerîm bütün insanlara rahmettir. Çünkü herbir insanın şu hakîki âlemden kendisine mahsus hayalî bir âlemi olduğu gibi, herkes kendi meşrebine göre Kur’ândan fehm ve iktibas ettiği (hâfızasında) kendisine has bir Kur’ân vardır ki, onun ruhunu terbiye, kalbini tedâvi eder.

Səs yoxdur