Mesnevi-i Nuriye | Zühre | 172
(149-179)

Onları niyet etse, ihlâsı bir derece bozulur. Belki ubûdiyetten çıkar ve kıymetten düşer. Yalnız bu kadar var ki; böyle hâsiyetli evrâdı okumak için zaîf insanlar bir müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O fâideleri düşünüp, şevke gelip, evrâdı sırf rızâyı İlâhî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbûldür. Bu hikmet anlaşılmadığından; çoklar, aktabdan ve selef-i sâlihînden mervî olan fâideleri görmediklerinden şübheye düşer, hatta inkâr da eder.

Üçüncü Mes’ele:

Yâni: “Ne mutlu o adama ki, kendini bilip haddinden tecâvüz etmez.” Nasıl bir zerre camdan, bir katre sudan, bir havuzdan, denizden, kamerden seyyârelere kadar Güneşin cilveleri var. Her birisi kabiliyetine göre Güneşin aksini, misalini tutuyor ve haddini biliyor. Bir katre su, kendi kabiliyetine göre: “Güneş’in bir aksi bende vardır” der. Fakat “Ben de deniz gibi bir âyineyim” diyemez. Öyle de:

Esmâ-i İlâhîyenin cilvesinin tenevvüüne göre, makamât-ı evliyâda öyle meratib var. Esmâ-i İlâhîyenin herbirisinin bir Güneş gibi kalbden arşa kadar cilveleri var. Kalb de bir arşdır. Fakat “ben de arş gibiyim” diyemez.

İşte ubûdiyetin esası olan, acz ve fakr, kusur ve naksını bilmek ve niyâz ile dergâh-ı uluhiyete karşı secde etmeye bedel, naz ve fahr sûretinde gidenler; zerrecik kalbini arşa müsâvî tutar. Katre gibi makamını, deniz gibi evliyânın makamatiyle iltibas eder. Kendini o büyük makamata yakıştırmak ve o makamda kendini muhafaza etmek için tasannuata, tekellüfata, ma’nasız hodfuruşluğa ve birçok müşkilâta düşer.

Elhâsıl: Hadîsde vardır ki:

Yâni: Medâr-ı necat ve halâs, yalnız ihlâstır. İhlâsı kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlâslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır. İhlâsı kazandıran harekâtındaki sebebi, sırf bir emr-i İlâhî ve neticesi rızâyı İlâhî olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlâhîyeye karışmamalı.

Səs yoxdur