Mesnevi-i Nuriye | Onuncu Risale | 232
(204-235)

Beşinci Nokta: Bilirsiniz ki, Kur’ân pek büyük mes’elelerden bahseder. Ve kalbleri îman ve tasdike dâvet eder. Ve çok ince hakîkatlerden bahis açar. Akılları; mârifete, dikkate tahrik eder. Binâenaleyh, o mesâilin, o ince hakâikın, kalblerde, efkârda tesbit ve takriri için suver-i muhtelifede türlü türlü üslûblarla tekrara ihtiyaç vardır.

Altıncı Nokta: Bilirsiniz ki, her âyet için bir zâhir var, bir bâtın var; bir had var, bir muttala’ var. Ve her bir kıssa için çok vecihler, hükümler, fâideler, maksadlar vardır. Binâenaleyh, muayyen bir âyet her yerde öbür münâsib bir vecih için, bir fâide için zikredilebilir. Bu i’tibârla, zâhiren tekrar görünse bile hakîkatte tekrar değildir.

DÖRDÜNCÜ KATRE: Kur’ân’ın felsefî mesâil-i kevniyenin bir kısmında ihmal ile, bir kısmında ibham ile, öteki kısmında icmal ile işâret ettiği derece-i i’cazı “Altı Nükte” zımnında îzah ediyoruz.

Birinci Nükte: S: Ne için Kur’ân da, hikmet ve felsefe gibi kâinattan bahsetmiyor?

C: Felsefe hakîkattan udûl etmiş, kâinata ma’na-yı ismiyle bakarak, kâinatı kâinat hesabına istihdam ediyor. Kur’ân ise, Haktan hak ile nâzil olmuş, hakîkata gidiyor. Mevcûdâta ma’na-yı harfiyle bakarak Hâlıkının hesabına istihdam ediyor.

S: Ulvî ve süflî ecrâmın mâhiyetleri, şekilleri, hareketleri hakkında fennin verdiği beyânat gibi beyân lâzım iken, mübhem bırakılmıştır.

C: Bu gibi mes’elelerde ibham daha mühimdir. Ve icmal daha cemîl ve güzeldir. Çünkü Kur’ân, istitradî ve tebeî olarak Cenâb-ı Hakk’ın zâtına, sıfâtına istidlâl için kâinattan bahsediyor. İstidlâlin birinci şartı, delilin neticeden daha zâhir ve ma’lûm olması lâzımdır. Eğer fencilerin iştihası gibi “Şemsin sükûnuna, arzın hareketine bakmakla Allah’ın azametini anlayınız.” demiş olsaydı, delil müddeadan daha hafî olurdu. Ve insanların ekserisi, ekser zamanlarda fehmedemediklerinden inkâra zehab ederlerdi. Halbuki, irşâd ve hidâyet zamanlarında cumhurun derece-i fehimleri nazara alınarak ona göre söz söylemek îcabeder. Maahazâ, ekseriyete yapılan mürâattan, ekalliyette kalanın mahrumiyeti neş’et etmez. Çünkü onlar da istifâde ediyorlar. Amma mes’ele ma’kûse olursa, ekseriyet mahrum kalır, istifâde edemez. Çünkü fehimleri kasırdır.

Səs yoxdur