Mesnevi-i Nuriye | Şule | 238
(236-242)

Kezalik, Kudret-i Ezelî kitabından olan bir masnû, kendi nefsine kendi cirmi kadar ve bir vecihle delâlet eder. Amma Nakkaş-ı Ezelî’ye pek çok vücuhla delâlet eder. Ve kendisine tecelli eden esmâdan uzun bir kasideyi inşâd eder. Kavâid-i mukarreredendir ki: “Ma’na-yı harfî, kasdî hükümlere mahkum-u aleyh olamaz. Ve o ma’na-yı harfînin inceliklerine tetkikat yapılamaz. Fakat ma’na-yı ismî, sâdık, kâzib her hükme mahal olur.” Bu sırra binâendir ki ma’na-yı ismî ile kâinata bakan felâsifenin kitablarında kâinata âid hükümler, nefs-ül emirde örümceğin nescinden zaîf ise de, zâhire göre daha muhkem görünüyor.

Ehl-i kelâm, felsefî mes’elelerde ve ulûm-u kevniyeye ma’na-yı harfiyle, istidlâl için tebaî bir nazar ile bakıyor. Hatta şemsin sirac olması, arzın beşik, cibâlin evtad olması, ehl-i kelâmın müddeâlarını isbata kâfidir. Hatta ehl-i kelâmın re’yleri, hiss-i umûmîye ve tearüf-ü âmme mutabık olduktan sonra, vâkıa mutabık olmasa bile onların müddeâsına zarar vermez ve tekzibe de müstehak olmazlar. Bunun içindir ki, ehl-i kelâmın re’yleri mesâil-i felsefiyede ednâ ve zaîf görünür. Amma mesâil-i İlâhîyede demirden daha metîndir.

İ’lem Eyyühel-Aziz! Cenâb-ı Hakk’ın günahkârları afvetmesi fazldır, tâzib etmesi adldir. Evet zehiri içen adam, âdetullaha nazaran hastalığa, ölüme kesb-i istihkak eder. Sonra hasta olursa, adldir. Çünkü cezasını çeker. Hasta olmadığı takdirde, Allah’ın fazlına mazhar olur. Mâsiyet ile azab arasında kavi bir münâsebet vardır. Hatta ehl-i i’tizâl, mâsiyet hakkında, doğru yoldan udûl ile mâsiyeti, şerri Allah’a isnad etmedikleri gibi, mâsiyet üzerine tâzibin de vâcib olduğuna zehab etmişlerdir. Şerrin azabı istilzam ettiği, Rahmet-i İlâhîyeye münâfi değildir. Çünkü şer, nizam-ı âlemin kanununa muhâliftir.

İ’lem Eyyühel-Aziz! İnsan nisyandan alındığı için, nisyana mübtelâdır. Nisyanın en kötüsü de nefsin unutulmasıdır. Fakat hizmet, sa’y, tefekkür zamanlarında nefsin unutulması, yâni nefse bir iş verilmemesi dalâlettir. Hizmetler görüldükten sonra, neticede, mükâfat zamanlarında nefsin unutulması kemâldir. Bu i’tibârla ehl-i dalâl ile ehl-i kemâl, nisyan ve tezekkürde müteâkisdirler. Evet dâll olan kimse, bir iş ve bir ibâdet teklifinde başını havaya kaldırarak fir’avnlaşır. Lâkin mükâfatın, menfaatın tevziinde bir zerreyi bile terketmez. Amma nefsini unutan ehl-i kemâl sa’y, tefekkür, sülûk zamanlarında herşeyden evvel nefsini ileri sürüyor. Fakat neticelerde, fâidelerde, menfaatlarda nefsini unutmakla en geriye bırakıyor.

Səs yoxdur