Şualar | Yedinci Şuâ | 128
(103-191)

Sonra kemâlât-ı insaniyenin en mühimmi ve en büyüğü, belki, bilcümle kemâlât-ı insaniyenin menbaı ve esası, îman-ı billahtan ve mârifetullahtan neş’et eden muhabbetullah olduğunu bilen o dünya seyyahı, bütün kuvvetiyle ve letâifiyle, îmanın kuvvetinde ve mârifetin inkişafında daha ziyâde terakki etmesini istemek fikriyle başını kaldırdı ve semâvâta baktı. Kendi aklına dedi ki: “Mâdem kâinatta en kıymetdar şey hayattır ve kâinatın mevcûdâtı hayata musahhardır ve mâdem zîhayatın en kıymetdarı zîruhdur ve zîruhun en kıymetdarı zîşuurdur ve mâdem bu kıymetdarlık için küre-i zemin, zîhayatı mütemadiyen çoğaltmak için her asır, her sene dolar boşalır. Elbette ve her halde, bu muhteşem ve müzeyyen olan semâvâtın dahi kendisine münasib ahalisi ve sekenesi, zîhayat ve zîruh ve zîşuurlardan vardır ki; huzur-u Muhammedî’de (A.S.M.) sahabelere görünen Hazret-i Cebrail’in (A.S.) temessülü gibi melâikeleri görmek ve onlarla konuşmak hâdiseleri, tevatür sûretinde eskiden beri nakl ve rivâyet ediliyor. Öyle ise keşki ben semâvât ehli ile dahi görüşseydim, onlar ne fikirde olduklarını bilseydim. Çünkü: “Hâlık-ı Kâinat hakkında en mühim söz onlarındır.” diye düşünürken, birden semâvî şöyle bir sesi işitti: “Mâdem bizim ile görüşmek ve dersimizi dinlemek istersin. Bil ki: Başta Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ve Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyân olarak bütün peygamberlere vasıtamızla gelen mesâil-i îmaniyeye en evvel biz îman etmişiz. Hem, insanlara temessül edip görünen ve bizlerden olan bütün ervah-ı tayyibe, bilâ-istisna ve bil’ittifak, bu kâinat Hâlıkının vücub-u vücûduna ve vahdetine ve sıfât-ı kudsiyesine şehâdet edip birbirine muvafık ve mutabık olarak ihbar etmişler. Bu hadsiz ihbaratın tevâfuku ve tetabuku, Güneş gibi sana bir rehberdir.” dediklerini bildi ve onun nur-u îmanı parladı, zeminden göklere çıktı. İşte bu yolcunun melaikeden aldığı derse kısa bir işâret olarak Birinci Makam’ın onbirinci mertebesinde:


denilmiştir.

Səs yoxdur