Şualar | Yedinci Şuâ | 161
(103-191)

Kur’ân’ın çok tekrar ile ve şiddetle şirki red ve müşrikleri Cehennem ile tehdid etmesi, bu cihettendir.

İKİNCİ HAKÎKAT: “Rubûbiyet-i mutlaka” dır.

Evet bütün kâinatta hususan zîhayatlarda ve bilhassa terbiye ve iâşelerinde, her tarafta aynı tarzda ve umulmadık bir sûrette beraber ve birbiri içinde hakîmane, rahîmane bir dest-i gaybî tarafından olan bir tasarruf-u âmm elbette bir Rubûbiyet-i Mutlakanın tereşşuhudur ve ziyasıdır ve tahakkukuna bir bürhan-ı kat’idir. Mâdem bir Rubûbiyet-i mutlaka vardır, elbette şirk ve iştirâki kabul etmez. Çünkü o Rubûbiyetin, kendi cemâlini izhar ve kemâlâtını ilân ve kıymetli san’atlarını teşhir ve gizli hünerlerini göstermek gibi en mühim maksad ve gayeleri cüz’iyatta ve zîhayatta temerküz ve içtima’ ettiğinden, en cüz’î bir şeye ve en küçük bir zîhayata kendi başı ile müdahale eden bir şirk, o gayeleri bozar ve o maksadları harab eder. Ve zîşuurun yüzlerini, o gayelerden ve o gayeleri irâde edenden çevirip esbaba saldığından ve bu vaziyet Rubûbiyetin mâhiyetine bütün bütün muhalif ve adavet olduğundan, elbette böyle bir Rubûbiyet-i Mutlaka, hiç bir cihetle şirke müsaade etmez. Kur’ânın kesretli takdisatı ve tesbihatı ve âyâtı ve kelimatı, belki hurufatı ve hey’âtıyla mütemadiyen tevhide irşâdâtı bu büyük sırdan ileri gelmiştir.

ÜÇÜNCÜ HAKÎKAT: “Kemâlât” tır.

Evet, bu kâinatın bütün ulvî hikmetleri, hârika güzellikleri, âdilâne kanunları, hakîmane gayeleri, hakîkat-ı kemâlâtın vücûduna bedâhetle delâlet eder. Ve bilhassa bu kâinatı hiçten îcad edip her cihetle mu’cizatlı ve cemâlli bir sûrette idare eden Hâlıkın kemâlâtına ve o Hâlıkın âyine-i zîşuuru olan insanın kemâlâtına şehâdeti pek zâhirdir.

Mâdem kemâlât hakîkatı vardır. Ve mâdem, kâinatı kemâlât içinde îcad eden Hâlıkın kemâlâtı muhakkaktır. Ve mâdem kâinatın en mühim meyvesi ve arzın halifesi ve Hâlıkın en ehemmiyetli masnûu ve sevgilisi olan insanın kemâlâtı haktır ve hakîkatlıdır.

Səs yoxdur