Şualar | OnBirinci Şuâ | 246
(205-299)

Acaba hiçbir cihet-i ihtimâli ve imkânı var mı ki; bu âdi midenin hal diliyle bekâ duâsını kabul edip nihayetsiz mu’cizatlı maddî taamlar ile onu minnetdar ederek, her vakit tesadüfsüz, kasdî olarak fiilen cevab veren bir Kadîr-i Rahîm, bir Alîm-i Kerîm, kâinatın en ehemmiyetli neticesi ve arzın halifesi ve o Hâlık’ın güzidesi ve perestişkârı olan nev-i insanın insaniyet mide-i kübrâsı ile küllî ve yüksek ve dâima arzu ettiği ve ünsiyet ettiği ve fıtraten istediği cismanî lezzetleri, dâr-ı bekada verilmesine dâir hadsiz umûmî duâları kabul olmasın ve haşr-i cismanî ile fiilen cevab verilmesin; onu ebedî minnetdar etmesin. Âdeta sineğin sesini işitsin, gök gürültüsünü işitmesin. Ve âdi bir neferin kemâl-i ehemmiyetle techizatına baksın; orduya hiç bakmasın, ehemmiyet vermesin. Bu yüz derece muhâl ve bâtıldır. Evet


âyetinin sarahât-ı kat’iyyesiyle: İnsan, en ziyâde ünsiyet ettiği ve dünyada nümûnesini tatmış olduğu cismanî lezzetleri Cennet’e lâyık bir tarzda görecek, tadacak. Ve lîsan, göz ve kulak gibi a’zaların ettikleri hâlis şükürler ve husûsi ibâdetlerin mükâfatları, o uzuvlara mahsus cismanî lezzetler ile verilecektir. Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyân o derece cismanî lezzetleri sarih bir sûrette beyân eder ki, başka te’viller ile ma’na-yı zâhirîyi kabul etmemek imkân haricindedir. İşte îman-ı âhiretin meyveleri ve neticeleri gösteriyorlar ki; nasılki a’za-yı insanîden midenin hakîkatı ve ihtiyâcâtı, taamların vücûduna kat’i delâlet eder; öyle de: İnsanın hakîkatı ve kemâlâtı ve fıtrî ihtiyacatı ve ebedî arzuları ve îman-ı âhiretin mezkûr netice ve faidelerini isteyen hakîkatları ve isti’dâdları daha kat’i olarak âhirete ve Cennet’e ve cismanî bâki lezzetlere delâlet ve tahakkuklarına şehâdet ettiği gibi, bu kâinatın hakîkat-ı kemâlâtı ve ma’nidar tekvinî âyâtı ve insaniyetin mezkûr hakîkatlar ile alâkadar bütün hakîkatları, dâr-ı âhiretin vücûduna ve tahakkukuna ve haşrin gelmesine ve Cennet ve Cehennem’in açılmasına delâlet ve şehâdet ettiklerini;

Səs yoxdur