Şualar | OnBirinci Şuâ | 250
(205-299)

gibi pek çok âyetlerin ve başta Resul-i Ekrem (A.S.M.) ve umum peygamberler ve ehl-i hakîkatın, her vakit duâlarında, en ziyâde:



ve vahy ve şuhûda binâen onlarca kat’iyyet kesbeden Cehennem’den “bizi hıfzeyle” demeleri gösteriyor ki; nev’-i beşerin en büyük mes’elesi Cehennem’den kurtulmaktır. Ve kâinatın pekçok ehemmiyetli ve muazzam ve dehşetli bir hakîkatı Cehennem’dir ki; bir kısım o ehl-i şuhud ve keşif ve tahkik onu müşâhede eder. Ve bir kısmı tereşşuhâtını ve gölgelerini görür, dehşetinden feryad ederler. “Bizi ondan kurtar” derler.

Evet, bu kâinatta hayır-şer, lezzet-elem, ziyâ-zulmet, hararet-bürudet, güzellik-çirkinlik, hidayet-dalâlet birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmet içindir. Çünkü şer olmazsa, hayır bilinmez. Elem olmazsa, lezzet anlaşılmaz. Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti olmaz. Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder. Çirkinlik ile, hüsnün tek bir hakîkatı, bin hakîkat ve binler çeşit hüsün mertebeleri vücûd bulur. Cehennem’siz Cennet’in pek çok lezzetleri gizli kalır. Bunlara kıyâsen, herşey bir cihette zıddıyla bilinebilir. Ve birtek hakîkatı, sünbül verip çok hakîkatlar olur. Mâdem bu karışık mevcûdât dâr-ı fâniden dâr-ı bekaya akıp gidiyor; elbette nasılki hayır, lezzet, ışık, güzellik, îman gibi şeyler Cennet’e akar. Öyle de şer, elem, karanlık, çirkinlik, küfür gibi zararlı maddeler Cehennem’e yağar. Ve bu mütemâdiyen çalkanan kâinatın selleri o iki havuza girer, durur. Kerâmetli Yirmi Dokuzuncu Söz’ün âhirindeki remizli nüktelerine havâle ederek kısa kesiyoruz.

Ey bu Medrese-i Yusufiyede benim ders arkadaşlarım! Bu dehşetli haps-i ebedîden kurtulmanın kolayı, çâresi; bu dünyevî hapsimizden istifade ederek elimiz mecbûriyetle yetişmeyen çok günahlardan kurtulduğumuzla beraber, eski günahlardan tevbe edip farzlarımızı eda ederek herbir saat bu hapisteki ömrümüzü bir gün ibâdet hükmüne getirmekle o ebedî hapisten necâtımız ve o nurânî Cennet’e girmemiz için en iyi bir fırsattır.

Səs yoxdur