Şualar | OnBirinci Şuâ | 253
(205-299)

Bize der: “Ma’nam âhiretsiz olmaz. Çünkü, ezelden ebede kadar her kimden ve her kime karşı bütün hamd ve şükür Ona mahsustur, ifade ettiğimden, bütün ni’metlerin başı ve ni’metleri hakîki ni’met yapan ve bütün zîşuuru ademin hadsiz musîbetlerinden kurtaran, yalnız saadet-i ebediye olabilir. Ve benim o küllî ma’nama mukabele eder.”

Evet her mü’min namazlardan sonra, her gün hiç olmazsa yüz elliden ziyâde


şer’an demesi ve ma’nası da ezelden ebede kadar bir hadsiz geniş hamd ve şükrü ifade etmesi, ancak ve ancak saadet-i ebediyenin ve Cennet’in peşin bir fiatı ve muaccel bir bahasıdır. Ve dünyanın kısa ve fâni elemlerle âlûde olan ni’metlerine münhasır olmaz ve mahsus değil ve onlara da, ebedî ni’metlere vesile olmaları cihetiyle bakar, şükreder. kelime-i kudsiyesi ise, Cenâb-ı Hakk’ı şerikten, kusurdan, noksaniyetten, zulümden, aczden, merhametsizlikten, ihtiyaçtan ve aldatmaktan ve kemâl ve cemâl ve celâline muhalif olan bütün kusurattan takdis ve tenzih etmek ma’nasıyla, saadet-i ebediyeyi ve celâl ve cemâl ve kemâl-i saltanatının haşmetine medâr olan dâr-ı âhireti ve ondaki Cennet’i ihtar edip delâlet ve işâret eder. Yoksa, sâbıkan isbat edildiği gibi, saadet-i ebediye olmazsa hem saltanatı, hem kemâli, hem celâl, hem cemâl, hem rahmeti, kusur ve noksan lekeleriyle lekedar olurlar. İşte bu üç kudsî kelimeler gibi,



ve ve sâir kelimat-ı mübâreke, herbiri erkân-ı îmaniyenin birer çekirdeği ve bu zamanda keşfedilen et hülâsası ve şeker hülâsası gibi, hem erkân-ı îmaniyenin, hem Kur’ân hakîkatlarının hülâsaları ve bu üçü namazın çekirdekleri oldukları gibi, Kur’ânın dahi çekirdekleri ve parlak bir kısım sûrelerin başlarında pırlanta gibi görünmeleri ve çok sünuhatı, tesbihatta başlayan Risâle-i Nur’un dahi hakîki madenleri ve esasları ve hakîkatlarının çekirdekleridirler.

Səs yoxdur