Şualar | OnDördüncü Şuâ | 389
(384-508)

Meselâ, birkaç gün evvel aç ve susuz olmasından, bir-iki gün sonra aç ve susuz olmak ihtimâlinden, bugün onlar niyetiyle mütemadiyen ekmek yese ve su içse ne derece divâneliktir. Aynen öyle de; geçmiş ve gelecek elemli saatleri -ki hiç ve ma’dûm ve yok olmuşlar- şimdi onları düşünüp sabırsızlık göstermek ve kusurlu nefsini bırakıp, Allah’tan şekva etmek gibi “oof! of!” demek, divâneliktir. Eğer sağa-sola yâni geçmiş ve geleceğe karşı sabır kuvvetini dağıtmazsa ve hazır saate ve o güne karşı tutsa, tam kâfi gelir. Sıkıntı ondan bire iner. Hatta şekva olmasın, ben bu üçüncü Medrese-i Yusufiye’de, birkaç gün zarfında, hiç ömrümde görmediğim maddî ve ma’nevî sıkıntılı, hastalıklı musîbetimde, husûsan Nur’un hizmetinden mahrûmîyetimden gelen me’yusiyet ve kalbî ve ruhî sıkıntılar beni ezdiği sırada, inâyet-i İlâhîye bu mezkûr hakîkatı gösterdi. Ben de sıkıntılı hastalığımdan, hapsimden razı oldum. Çünkü, benim gibi kabir kapısında bir biçâreye, gafletle geçebilir bir saati, on saat ibâdet saatleri yapmak büyük bir kârdır diye şükreyledim.

Üçüncü Nokta: Şefkatkârane hizmetiyle yardım etmek ve muhtaç oldukları rızıklarını ellerine vermek ve ma’nevî yaralarına tesellilerle merhem sürmek, az bir amel ile büyük bir kazanç var. Ve dışarıdan gelen yemeklerini onlara vermek, aynı yemek kadar o gardiyan ve gardiyan ile beraber dâhilde ve hariçte biçâre mahpuslara çalışanlara bir sadaka hükmünde defter-i hasenatına yazılır. Husûsan musîbetzede, ihtiyar veya hasta veya fakir veya garîb olsa, o sadaka-i ma’nevîyenin sevabını çok ziyâdeleştirir. İşte bu kıymetli kazancın şartı, farz namazını kılmaktır. Tâ ki o hizmeti, lillâh için olsun. Hem bir şartı da sadâkat ve şefkat ve sevinçle ve minnet etmemek tarzda yardımlarına koşmaktır.

* * *
Səs yoxdur