Şualar | OnBeşinci Şuâ | 552
(529-621)

hem kâinat sâhibinin lütuflarına, hem iki cihanın saadetine mazhar olup beşeri, melekler derecelerine, belki fevkine terakki ettirmeğe vesile olarak dünyada îman hakîkatlariyle ma’nevî bir Cennet, âhirette bir saadet kazanıp ve kazandırmışlar.

İkinci cereyan, istikameti bırakıp ifrat ve tefritle aklı bir vesile-i azap ve elemler toplayıcı bir âlete çevirmesinden, insaniyeti en bedbaht bir hayvaniyetten aşağı düşürüp dünyada zulümlerine mukabil gadab-ı İlâhî ve musîbet tokatlarını yemekle beraber, dalâleti cihetinden, akıl alâkadarlığiyle kâinatı bir hüzüngâh ve matemhâne-i umûmîye ve zevalde yuvarlanan zîhayatlar için bir mezbaha, selh-hâne ve gâyet çirkin ve karışık görüp ruhu, vicdanı dünyada bir ma’nevî Cehennemde olup, âhirette dâimî bir azab çekmeğe kendini müstehak eder.

İşte Fatiha-i Şerife’nin âhirinde


âyeti, bu iki cereyan-ı azîmi ders veriyor. Ve Risâle-i Nur’daki bütün muvâzenelerin menbaı ve esası ve üstadı, bu âyettir. Mâdem yüzer muvâzenelerle Nurlar, bu âyeti tefsir etmişler; biz dahi îzahını ona havale ederek, bu kısa işâretle iktifa ederiz.

Dokuzuncu Kelime: ’dir. Buna kısacık bir işâret:

Mâdem ’deki üç cemâat-ı azîmeyi, bilhassa âlem-i İslâm câmiindeki muvahhidîn cemâatini, husûsan o vakit namazda bulunan milyonlar cemâatini bize gösterip bizi içlerinde bulunduruyor ve dualarına ve söylediğimizi aynen söylemeleriyle tasdiklerine ve bir nevi şefaatlerine hissedar olmamıza yol açıyor; biz dahi bu “Âmîn” kelimesiyle, o cemâat-ı muvahhidîn ve musallînin dualarına yardım ve davalarına tasdik ve şefaatlerinin ve istianelerinin makbuliyetine o “Âmîn” ile bir rica etmemizle, bizim cüz’î ubûdiyet ve dua ve davamızı küllî, geniş bir ubûdiyete çevirip, küllî, umûmî rubûbiyete mukabele ettirir.

Səs yoxdur