Şualar | Sekizinci Şuâ | 691
(666-692)

Hatta İmâm-ı Ali’nin (R.A) hakîkat-feşan sâir kasideleri ve ilmî başka münâcâtları gibi, esrar-ı ilmiye ile tam münâsebeti görünmüyor. Benim husûsi kanaatım şudur ki: Celcelûtiye, mâdem Risâle-i Nur’u içine almış ve sînesine basıp ma’nevî veled gibi kabul etmiş, elbette



fıkrası ile, kendi hazinesinin bir kısım pırlantalarını âhirzamanda neşreden Risâle-i Nur’u şahid gösterip Celcelûtiye’yi bir hazine-i ulûm ve bir define-i ilmiyedir diye bihakkın medh ü senâ edebilir.

Üçüncüsü: Ma’lûmdur ki, ba’zan gâyet küçük bir emâre, ba’zı şerait dâhilinde gâyet kuvvetli bir delil hükmüne geçer. Yakîn derecesinde kanaat verir. Bana böyle kanaat veren çok misallerinden yalnız sâbık beyân ettiğim birtek misal bana kâfi geliyor. Şöyle ki:

Hazret-i İmâm-ı Ali (R.A.)


fıkrasiyle Risâle-i Nur’u tarihiyle ve ismiyle ve mahiyetiyle ve esaslariyle ve hizmetiyle ve vazifesiyle gösterdikten sonra, Süryanîce isimleri tâdâd ederek münâcât eder. Otuz iki veya otuz üç adet isimlerde iki def’a kelimesini tekrar eder. Biri, yirmi yedincide



; diğeri, otuz birde



der. İşte Risâle-i Nur’un Sözler’i otuz üç ve bir cihette otuz iki.. ve Mektûbât nâmındaki risâlelerin dahi bir cihette otuz iki ve bir cihette otuz üç olup bu münâcâtla mutabık olması ve yalnız risâle şeklinde iki aded zeyilleri bulunması ve o zeyillerin birisi Yirmi Yedinci Söz’ün ehemmiyetli zeyli ve diğeri, Otuz Birinci Söz’ün kıymetdar zeyli olması ve o iki zeyl risâlesinin müstakil mertebe ve numaraları bulunmaması ve kelimesi dahi aynı yerde, aynı ma’nada tevafuk etmesi bana iki kerre iki dört eder derecesinde kanaat veriyor ki; Hazret-i İmâm-ı Ali (R.A.) tebeî bir ma’na ile ve işarî bir mefhum ile Risâle-i Nur’a, hatta zeyillerine bakmak için öyle yapmış.

Səs yoxdur