İman ve Küfür Müvazeneleri | Üçüncü Söz | 21
(19-21)

Fakat meşhur bir münevver-ül-akıl denilen kalbsiz bir fâsık feylesof ise; gökte bir kuyruklu yıldızı görse, yerde titrer. “Acaba bu serseri yıldız Arzımıza çarpmasın mı?” der; evhâma düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hânelerini terkettiler.)

Evet, insan, nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu halde; serma-yesi hiç hükmünde... Hem nihayetsiz musibetlere maruz oldu-ğu halde; iktidarı, hiç hükmünde bir şey... Âdeta sermaye ve iktidarının dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat, emel-leri, arzuları ve elemleri ve belâları ise; dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniştir. Bu derece âciz ve zaîf, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere ibadet, tevekkül, tev-hid, teslim; ne kadar azîm bir kâr, bir saadet, bir ni’met oldu-ğunu, bütün bütün kör olmayan görür, derk eder. Mâlumdur ki: Zararsız yol, zararlı yola −velev on ihtimalden bir ihtimal ile olsa− tercih edilir. Halbuki: Mes’elemiz olan ubûdiyet yolu, zararsız olmakla beraber, ondan dokuz ihtimal ile bir saadet-i ebediye hazinesi vardır. Fısk ve sefahet yolu ise −hattâ fâsıkın itirafiyle dahi− menfaatsız olduğu halde, ondan dokuz ihtimal ile şekavet-i ebediye helâketi bulunduğu; icmâ ve tevatür derecesinde hadsiz ehl-i ihtisasın ve müşâhedenin şehadetiyle sabittir. Ve ehl-i zevkin ve keşfin ihbaratiyle muhakkaktır.

Elhasıl: Âhiret gibi, dünya saadeti dahi, ibadette ve Allah’a asker olmaktadır. Öyle ise, biz daima:

demeliyiz. Ve Müslüman olduğumuza şükretmeliyiz...

Səs yoxdur