İman ve Küfür Müvazeneleri | Yirmiüçüncü Söz | 117
(93-122)

DÖRDÜNCÜ NÜKTE: İnsan şu kâinat içinde pek nâzik ve nâzenin bir çocuğa benzer. Za’fında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünki: O za’fın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan za’fını anlayıp, kalen, hâlen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdâd eylese; o teshirin şükrünü edâ ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksadları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtisiyle onun öşr-i mi’şârına muvaffak olamaz. Yalnız bazı vakit lisan-ı hal duasiyle hasıl olan bir matlûbunu yanlış olarak kendi iktidarına hamleder. Meselâ: Tavuğun yavrusunun za’fındaki kuvvet, tavuğu arslana saldırtır. Yeni dünyaya gelen arslanın yavrusu, o canavar ve aç arslanı kendine musahhar edip onu aç bırakıp kendi tok oluyor. İşte cây-ı dikkat, zaaftaki bir kuvvet ve şâyân-ı temaşâ bir cilve-i rahmet...

Nasılki nazdar bir çocuk ağlamasiyle, ya istemesiyle, ya hazin hâliyle matlûplarına öyle muvaffak olur ve öyle kavîler ona musahhar olurlar ki; o matlûblardan binden birisine bin def’a kuvvetçiğiyle yetişemez.

Demek zaaf ve acz, onun hakkında şefkat ve himâyeti tahrik ettikleri için küçücük parmağiyle kahramanları kendine musahhar eder. Şimdi böyle bir çocuk, o şefkati inkâr etmek ve o himâyeti ittiham etmek suretiyle ahmakane bir gurur ile “Ben kuvvetimle bunları teshir ediyorum” dese, elbette bir tokat yiyecektir.

İşte insan dahi Hâlıkının rahmetini inkâr ve hikmetini ittiham edecek bir tarzda küfrân-ı nimet suretinde Karun gibi

yâni: “Ben kendi ilmimle, kendi iktidarımla kazandım” dese, elbette sille-i azâba kendini müstahak eder.

Səs yoxdur