İman ve Küfür Müvazeneleri | Yirmiüçüncü Söz | 94
(93-122)

Bu sırrı bir temsil ile beyan edeceğiz. Meselâ: İnsanların san’atları içinde nasılki maddenin kıymeti ile san’atın kıymeti ayrı ayrıdır. Bâzan müsavi, bâzan madde daha kıymettar, bâzan oluyor ki, beş kuruşluk demir gibi bir maddede beş liralık bir san’at bulunuyor. Belki bâzan, antika olan bir san’at, bir milyon kıymeti aldığı halde, maddesi beş kuruşa da değmiyor. İşte öyle antika bir san’at, antikacıların çarşısına gidilse, hârikapişe ve pek eski hünerver san’atkârına nisbet ederek o san’atkârı yâd etmekle ve o san’atla teşhir edilse, bir milyon fiatla satılır. Eğer kaba demirciler çarşısına gidilse, beş kuruşluk bir demir bahasına alınabilir.

İşte insan, Cenâb-ı Hakk’ın böyle antika bir san’atıdır ve en nâzik ve nâzenîn bir mu’cize-i kudretidir ki: İnsanı, bütün esmâsının cilvesine mazhar ve nakışlarına medar ve kâinata bir misal-i musağğar suretinde yaratmıştır.

Eğer nur-u îmân, içine girse, üstündeki bütün mânidar nakışlar, o ışıkla okunur. O mü’min, şuur ile okur. Ve o intisapla okutur. Yâni: “Sâni-i Zülcelâl’in masnûuyum, mahlûkuyum, rahmet ve keremine mazharım” gibi mânalarla insandaki san’at-ı Rabbâniye tezahür eder. Demek Sâniine intisapdan ibaret olan îmân, insandaki bütün âsâr-ı san’atı izhâr eder. İnsanın kıymeti, o san’at-ı Rabbâniyeye göre olur ve âyine-i Samedâniye îtibariyledir. O halde şu ehemmiyetsiz olan insan, şu îtibarla bütün mahlûkat üstünde bir muhatab-ı İlâhî ve Cennet’e lâyık bir misafir-i Rabbânî olur.

Eğer kat’-ı intisaptan ibaret olan küfür, insanın içine girse; o vakit bütün o mânidar nukuş-u esmâ-i İlâhiye karanlığa düşer, okunmaz.

Səs yoxdur