İman ve Küfür Müvazeneleri | Yirmidördüncü Söz | 127
(123-132)

Sonra mânevî çok rızık ve ni’metler istiyen insaniyeti sana verdiğinden, âlem-i mülk ve melekût gibi geniş bir sofra-i ni’met, o mide-i insaniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır. Sonra nihayetsiz ni’metleri istiyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tegaddi eden ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyeti ve îmânı sana verdiğinden, daire-i mümkinat ile beraber Esmâ-i Hüsnâ ve sıfât-ı mukaddesenin dairesine şâmil bir sofra-i ni’met ve saadet ve lezzet sana fethetmiştir. Sonra îmânın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle, gayr-ı mütenâhî bir sofra-i ni’met ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir. Yâni, cismâniyetin itibariyle küçük, zaif, âciz, zelîl, mukayyed, mahdud bir cüz’sün. Onun ihsaniyle cüz’î bir cüz’den, küllî bir küllü nuranî hükmüne geçtin. Zira, hayatı sana vermekle, cüz’iyetten bir nevi külliyete; ve insaniyeti vermekle hakikî külliyete; ve İslâmiyeti vermekle ulvî ve nuranî bir külliyete; ve mârifet ve muhabbeti vermekle muhit bir nura seni çıkarmış.

İşte ey nefis! Sen bu ücreti almışsın. Ubûdiyet gibi lezzetli, ni’metli, rahatlı, hafif bir hizmetle mükellefsin. Halbuki, buna da tenbellik ediyorsun. Eğer yarım yamalak yapsan da, güya eski ücretleri kâfi gelmiyormuş gibi, çok büyük şeyleri mütehakkimâne istiyorsun. Ve hem “Niçin duam kabul olmadı?” diye nazlanıyorsun. Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen, daima rahmet ve keremine iltica et. Ona güven ve şu fermânı dinle:


Səs yoxdur