İman ve Küfür Müvazeneleri | Otuzuncu Söz | 151
(149-165)

Öyle ise hakikî nihayet ve hadleri olmadığından, farazî ve vehmî bir haddi çizmek lâzım geliyor. Onu da enaniyet yapar. Kendinde bir rubûbiyet-i mevhume, bir mâlikiyet, bir kudret, bir ilim tasavvur eder; bir had çizer. Onun ile muhît sıfatlara bir hadd-i mevhum vaz’eder. “Buraya kadar benim, ondan sonra O’nundur” diye bir taksimat yapar. Kendindeki ölçücükler ile, onların mahiyetini yavaş yavaş anlar. Meselâ: Daire-i mülkünde mevhum rububiyetiyle, daire-i mümkinatta Hâlikının rubûbiyetini anlar ve zâhir mâlikiyetiyle, Hâlikının hakikî mâlikiyetini fehmeder ve “Bu haneye mâlik olduğum gibi, Hâlık da şu kâinatın mâlikidir.” der. Ve cüz’î ilmiyle O’nun ilmini fehmeder. Ve kesbî san’atcığıyla O Sâni-i Zülcelâlin ibdâ-i san’atını anlar. Meselâ: “Ben şu evi nasıl yaptım ve tanzim ettim. Öyle de şu dünya hanesini birisi yapmış ve tanzim etmiş” der. Ve hâkezâ... Bütün sıfât ve şuûnat-ı İlâhiyeyi bir derece bildirecek, gösterecek binler esrarlı ahval ve sıfât ve hissiyat, ene’de münderiçtir.

Demek ene, âyinemisal ve vâhid-i kıyâsî ve âlet-i inkişaf ve mânayı harfî gibi; mânası kendinde olmıyan ve başkasının mânasını gösteren, vücud-u insâniyetin kalın ipinden şuurlu bir tel ve mahiyet-i beşeriyenin hullesinden ince bir ip ve şahsiyet-i âdemiyetin kitabından bir eliftir ki, o elifin “iki yüzü” var. Biri, hayra ve vücûda bakar. O yüz ile, yalnız feyze kabildir. Vereni kabul eder; kendi îcad edemez. O yüzde fâil değil; îcattan eli kısadır. Bir yüzü de şerre bakar ve ademe gider. Şu yüzde o fâildir, fiil sahibidir. Hem, onun mahiyeti, harfiyedir; başkasının mânasını gösterir. Rubûbiyeti hayaliyedir. Vücudu o kadar zaîf ve incedir ki; bizzât kendinde hiç bir şey’e tahammül edemez ve yüklenemez. Belki eşyanın derecat ve miktarlarını bildiren mîzânül hararet ve mîzânül hava gibi mîzanlar nev’inden bir mîzandır ki;

Səs yoxdur