İman ve Küfür Müvazeneleri | Dokuzuncu Mektub | 201
(200-203)

Hem rızık cihetinde bir taahhüd altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında taahhüd altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder. Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir.. bakar ki: Muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakikî câh olan merâtib-i mânevîyeye ve derecat-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirete ve hakikî mal olan a’mal-i sâlihaya teveccüh eder. Fenâ haslet olan hırs-ı mecâzî ise, âlî bir haslet olan hırs-ı hakikîye inkılâb eder.

Hem meselâ: Şiddetli bir inad ile; ehemmiyetsiz, zâil, fâni umurlara karşı hissiyatını sarfeder. Bakar ki, bir dakika inada değmeyen bir şey’e, bir sene inad ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şey’e inad namına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş. Onu onlara sarfetmek, hikmet ve hakikata münafîdir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umûr-u zâileye vermeyip, âlî ve bâki olan hakaik-ı îmâniyeye ve esâsat-ı İslâmiyeye ve hidemat-ı uhreviyeye sarfeder. O haslet-i rezîle olan inad-ı mecâzî, güzel ve âlî bir haslet olan hakikî inada, yâni hakta şiddetli sebata inkılâb eder.

İşte şu üç misal gibi, insanlar, insana verilen cihazat-ı mâ nevîyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimâl etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilâne davransa, ahlâk-ı rezîleye ve israfat ve abesiyete medâr olur. Eğer hafiflerini dünya umûruna ve şiddetlilerini vezaif-i uhreviyeye ve mânevîyeye sarfetse, ahlâk-ı hamîdeye menşe’, hikmet ve hakikata muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.

Səs yoxdur