Lemalar | Birinci Lema | 7
(5-7)

Mâdem hakîkat-i hâl böyledir. Nasılki Hazret-i Yunus Aleyhisselâm’a o münâcâtın neticesinde hûtu ona bir merkûb, bir tahte’l-bahir ve denizi bir güzel sahra; ve gece, mehtablı bir lâtif sûret aldı. Biz dahi o münâcâtın sırriyle

demeliyiz.

cümlesiyle istikbâlimize, kelimesiyle dünyamıza,

fıkrasıyla nefsimize nazar-ı merhametini celbetmeliyiz. Tâ ki, Nûr-u Îman ile ve Kur’ân’ın mehtabiyle istikbâlimiz tenevvür etsin ve o gecemizin dehşet ve vahşeti, ünsiyet ve tenezzühe inkılâb etsin. Ve mütemâdiyen mevt ve hayatın değişmesiyle seneler ve karnlar emvâcı üstünde hadsiz cenazeler binip ademe atılan dünyamız ve zeminimizde, Kur’ân-ı Hakîmin tezgâhında yapılan bir sefîne-i ma’nevîye hükmüne geçen Hakîkat-ı İslâmiyet içine girip selâmetle o denizin üstünde gezip, ta sâhil-i selâmete çıkarak hayatımızın vazîfesi bitsin. O denizin fırtınaları ve zelzeleleri, sinema perdeleri gibi tenezzühün manzaralarını tazelendirmekle, vahşet ve dehşet yerine, nazar-ı ibret ve tefekkürü keyiflendirerek okşayıp ışıklandırsın. Hem o Sırr-ı Kur’ân’la, o Terbiye-i Furkaniye ile; nefsimiz bize binmeyecek, merkûbumuz olup, bizi ona bindirip, hayat-ı ebediyemizin kazanmasına kuvvetli bir vâsıtamız olsun.

Elhâsıl: Mâdem insan, mâhiyetinin câmiiyeti i’tibâriyle sıtmadan müteellim olduğu gibi, arzın zelzele ve ihtizâzatından ve kâinatın kıyamet hengâmında zelzele-i kübrâsından müteellim oluyor. Ve nasılki hurdebînî bir mikrobdan korkar; ecrâm-ı ulviyeden zuhur eden kuyruklu yıldızdan dahi korkar. Hem nasılki hânesini sever, koca dünyayı da öyle sever. Hem nasılki küçük bahçesini sever, öyle de; hadsiz ebedî cenneti dahi müştâkane sever. Elbette böyle bir insanın Ma’bûdu, Rabbi, melcei, halaskârı, maksûdu öyle bir zat olabilir ki, umum kâinat onun kabza-i tasarrufunda, zerrât ve seyyârât dahi taht-ı emrindedir. Elbette öyle bir insan daima Yunusvâri (A.S.)

demeye muhtaçtır.


Səs yoxdur