Âyetinde i’cazlı bir îcaz vardır. Çünkü: Çok cümleler, bu üç cümle-nin içinde dercedilmiştir. Şöyle ki: Şu Âyet diyor ki: “ALLAH’a (celle celâlühü) îmanınız varsa, elbette ALLAH’ı seveceksiniz. Mâdem ALLAH’ı seversiniz, Allah’ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise, ALLAH’ın sevdiği zâta benzemelisiniz. Ona benzemek ise, ona ittiba etmek-tir. Ne vakit ona ittiba etseniz, ALLAH da sizi sevecek. Zaten siz ALLAH’ı seversiniz, tâ ki ALLAH da sizi sevsin.”
İşte bütün bu cümleler, şu Âyetin yalnız mücmel ve kısa bir meâlidir. Demek oluyor ki; insan için en mühim âlî maksad, Cenâb-ı Hakk’ın mu-habbetine mazhar olmasıdır. Bu Âyetin nassıyla gösteriyor ki: O matlab-ı a’lânın yolu, HABİBULLAH’a ittibadır ve Sünnet-i Seniyyesine iktidadır. Bu makamda “Üç Nokta” isbat edilse, mezkûr hakîkat tamamiyle tezahür eder.
Birinci Nokta: Beşer, fıtraten şu kâinatın Hâlıkına karşı hadsiz bir mu-habbet üzerine yaratılmıştır. Çünkü: Fıtrat-ı beşeriyede cemâle karşı bir muhabbet ve kemâle karşı perestiş etmek ve ihsana karşı sevmek vardır. Cemâl ve kemâl ve ihsan derecatına göre, o muhabbet tezâyüd eder. Aşkın en münteha derecesine kadar gider. Hem bu küçük insanın küçücük kal-binde, kâinat kadar bir aşk yerleşir. Evet kalbin mercimek kadar bir sandukçası olan kuvve-i hâfıza, bir kütübhâne hükmünde binler kitab ka-dar yazı, içinde yazılması gösteriyor ki: Kalb-i insan, kâinatı içine alabilir ve o kadar muhabbet taşıyabilir.
Mâdem fıtrat-ı beşeriyede ihsan ve cemâl ve kemâle karşı böyle hadsiz bir isti’dâd-ı muhabbet vardır. Ve mâdem bu kâinatın Hâlıkı, kâinatta te-zahür eden âsâriyle, bilbedahe tahakkuku sabit olan hadsiz cemâl-i mu-kaddesi; bu mevcûdâtta tezahür eden nukuş-u san’atıyla bizzarure sübûtu tahakkuk eden hadsiz kemâl-i kudsîsi; ve bütün zîhayatlarda tezahür eden hadsiz envâ-ı ihsan ve in’amatiyle bilyakîn ve belki bilmüşahede vücûdu tahakkuk eden hadsiz ihsanatı vardır. Elbette zişuurların en câmii ve en muhtacı ve en mütefekkiri ve en müştakı olan beşerden, hadsiz bir muhab-beti iktiza ediyor. Evet herbir insan, o Hâlık-ı Zülcelâl’e karşı hadsiz bir mu-habbete müstaid olduğu gibi, o Hâlık dahi herkesten ziyâde cemâl ve ke-mâl ve ihsanına karşı hadsiz bir mahbûbiyete müstehaktır. Hatta insan-ı mü’minde hayatına ve bekasına ve vücûduna ve dünyasına ve nefsine ve mevcûdâta karşı türlü türlü muhabbetleri ve şedit alâkaları, o isti’dâd-ı muhabbet-i İlâhîyyenin tereşşuhatıdır. Hatta insanın mütenevvi hissiyat-ı şedîdesi, o isti’dâd-ı muhabbetin istihâleleridir ve başka şekillere girmiş reşhalarıdır.