Lemalar | Onaltıncı Lema | 105
(103-112)

ÜÇÜNCÜ MERAKLI SUAL: Bu yakında İngiliz ve İtalya gibi ecnebile-rin bu hükümete ilişmesiyle, eskiden beri bu vatandaki hükümetin hakîki nokta-i istinâdı ve kuvve-i ma’nevîyesinin menbaı olan hamiyet-i İslâmiyeyi tehyic etmekle şeâir-i İslâmiyenin bir derece ihyasına ve bid’aların bir derece def’ine medâr olacağı halde, neden şiddetle harb aleyhinde çıktın ve bu mes’elenin asayişle halledilmesini duâ ettin ve şiddetli bir sûrette mübtedîlerin hükümetleri lehinde tarafdar çıktın? Bu ise, dolayısiyle bid’alara tarafgirliktir?

ELCEVAB: Biz, ferec ve ferah ve sürur ve fütûhat isteriz. Fakat kâfirle-rin kılıncı ile değil. Kâfirlerin kılınçları başlarını yesin; kılınçlarından gelen faide bize lâzım değil. Zâten o mütemerrid ecnebilerdir ki, münâfıkları ehl-i îmana musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler. Hem harb belâsı ise hizmet-i Kur’âniyemize mühim bir zarardır. Bizim en fedakâr ve en kıymetdar kar-deşlerimizin ekserisi kırk beşten aşağı olduğundan, harb vâsıtasiyle vazife-i kudsiye-i Kur’âniyeyi bırakıp askere gitmeye mecbûr olacaktılar. Benim param olsa, hüsn-ü rızam ile, böyle kıymetdar kardeşlerimin herbirisini askerlikten kurtarmak için, bedel-i nakdiye bin lira kadar da olsa, verirdim. Böyle yüzer kıymetdar kardeşlerimizin hizmet-i Kur’âniye-i Nuriyeyi bırakıp maddî cihad topuzuna el atmakta, yüz bin lira kendi zararımızı hissediyor-dum. Hatta Zekâi’nin bu iki sene askerliği, belki bin lira kadar ma’nevî faidesini kaybettirdi. Her ne ise... Kadîr-i Küll-i Şey, bir dakikada bulutlarla dolmuş cevv-i havayı süpürüp temizleyerek, semanın berrak yüzünde ziya-dar güneşi gösterdiği gibi, bu zulümatlı ve rahmetsiz bulutları da izale edip hakaik-i şeriatı güneş gibi gösterir ve ucuz ve dağdağasız verebilir. Onun rahmetinden bekleriz ki, bize pahalı satmasın. Baştakilerin başlarına akıl ve kalblerine îman versin, yeter. O vakit kendi kendine iş düzelir.

DÖRDÜNCÜ MERAKLI SUAL: Diyorlar ki: Mâdem sizin elinizdeki nurdur, topuz değildir; nura karşı muaraza edilmez ve nurdan kaçılmaz ve nurun izharından zarar gelmez. Neden arkadaşlarınıza ihtiyatı tavsiye edi-yorsunuz? Çok nurlu Risâleleri halklara gösterilmesini men’ediyorsunuz?

Bu suale karşı cevabın muhtasar meali şudur ki: Başlardaki başların çoğu sarhoş, okumaz. Okusa da anlamaz. Yanlış ma’na verip ilişir. İlişme-mesi için, aklı başına gelinceye kadar göstermemek lâzım geliyor. Hem çok vicdansız insanlar var ki, garaz veya tama’ veyahud havf cihetiyle nuru inkâr eder veya gözünü kapar. Onun için kardeşlerime de tavsiye ediyorum ki: İhtiyat etsinler, nâ-ehillerin eline hakîkatları vermesinler. Hem ehl-i dün-yanın evhâmını tahrik edecek işlerde bulunmasınlar. (Hâşiye)

-------------------------------------------------------
(Hâşiye): Ciddî bir mes’eleye vesîle olabilecek bir lâtife: Dünkü gün sabah-leyin bir dostumun damadı Mehmed yanıma geldi. Mesrurane, beşâret-kârane dedi ki: “Senin bir kitabını Isparta’da tab’etmişler, çoklar okuyorlar.” Ben de-dim: “O, yasak olan tab’ değil belki müstensihle ba’zı nüshalar alınmış ki hükü-met ona birşey demez.” Hem dedim: “Sakın bunu senin dostun olan iki münâ-fığa söyleme. Onlar böyle birşey arıyorlar ki, bahâne etsinler.” İşte kardeşle-rim, bu adam çendan bir dostumun damadıdır; o münâsebetle benim de ahba-bım sayılır. Fakat berberlik münâsebetiyle vicdansız muallim ve münâfık mü-dürün dostudur. Orada kardeşlerimizden birisi bilmeyerek öyle söylemiş. İyi oldu ki, en evvel geldi, bana haber verdi. Ben de tenbih ettim, fenalığın önü alındı. Ve teksir makinası binler nüshaları bu perde altında neşretti.
Səs yoxdur