Lemalar | Otuzuncu Lema | 351
(304-356)

MÜHİM BİR SUÂLE KAT’İ BİR CEVAB: Ehl-i dalâletten bir kısmı diyorlar ki: “Kâinatı bir faaliyet-i dâime ile tağyir ve tebdil eden zâtın, elbette kendisinin de mütegayyir ve mütehavvil olması lâzım gelir.”

Elcevab: Hâşâ!.. Yüz bin def’a hâşâ!.. Yerdeki âyinelerin tegayyürü, gökteki Güneş’in tegayyürünü değil, bilakis cilvelerinin tazelendiğini gösterir. Hem ezelî, ebedî, sermedî, her cihetçe kemâl-i mutlakta ve istiğna-yı mutlakta, maddeden mücerred, mekândan, kayıddan, imkândan münezzeh, müberra, muallâ olan bir Zât-ı Akdes’in tegayyürü ve tebeddülü muhâldir. Kâinatın tegayyürü, onun tegayyürüne değil, belki adem-i tegayyürüne ve gayr-ı mütehavvil olduğuna delildir. Çünkü; müteaddid şeyleri intizamla dâimî tağyir ve tahrik eden bir zât, mütegayyir olmamak ve hareket etmemek lâzım gelir. Meselâ; sen çok iplerle bağlı çok gülleleri ve topları çevirdiğin ve dâimî intizamla tahrik edip vaziyetler verdiğin vakit, senin yerinde durup tegayyür ve hareket etmemekliğin gerektir. Yoksa o intizamı bozacaksın.

Meşhurdur ki: İntizamla tahrik eden, hareket etmemek ve devam ile tağyir eden, mütegayyir olmamak gerektir; tâ ki o iş intizamla devam etsin.

Sâniyen: Tegayyür ve tebeddül; hudûsten ve tekemmül etmek için tazelenmekten ve ihtiyaçtan ve maddîlikten ve imkândan ileri geliyor. Zât-ı Akdes ise hem kadîm, hem her cihetçe kemâl-i mutlakta, hem istiğna-yı mutlakta, hem maddeden mücerred, hem Vâcibü’l-Vücûd olduğundan; elbette tegayyür ve tebeddülü muhâldir, mümkün değildir...

Beşinci Şuâ: İki mes’eledir:

Birinci Mes’elesi: İsm-i Kayyûm’un cilve-i âzamını görmek istersek, hayalimizi bütün kâinatı temaşa edecek; biri, en uzak şeyleri; diğeri, en küçük zerreleri gösterecek iki dürbin yapıp birinci dürbinle bakıyoruz, görüyoruz ki: İsm-i Kayyûm’un cilvesiyle, Küre-i Arz’dan bin def’a büyük milyonlar küreler, yıldızlar, direksiz olarak havadan daha latif olan madde-i esîriye içinde kısmen durdurulmuş, kısmen vazife için seyahat ettiriliyor. Sonra o hayâlin hurdebîni olan ikinci dûrbîniyle, küçük zerratı görecek bir sûretle bakıyoruz. O sırr-ı Kayyûmiyetle, zîhayat mahlûkat-ı Arziyenin herbirinin zerrat-ı vücûdiyeleri, yıldızlar gibi muntazam bir vaziyet alıp hareket ediyorlar ve vazifeler görüyorlar. Husûsan zîhayatın kanındaki “küreyvat-ı hamra ve beyza” ta’bir ettikleri zerrelerden teşekkül eden küçücük kütleleri, seyyar yıldızlar gibi, mevlevîvâri iki hareket-i muntazama ile hareket ediyorlar görüyoruz.

Səs yoxdur