Mesnevi-i Nuriye | Katre | 72
(50-75)

Öteki hayvanlar ise, vesaiti bilmiyorlar ve esbâba o kadar kıymet vermiyorlar. Meselâ: Kedi seni sever, tazarrû eder, senden ihsânı alıncaya kadar. İhsanı aldıktan sonra öyle bir tavır alır ki, sanki aranızda muârefe yokmuş ve kendilerinde sana karşı şükran hissi de yoktur. Ancak Mün’im-i Hakîkiye şükran hisleri vardır. Çünkü fıtratları Sânii bilir ve lîsan-ı halleriyle ibâdetini yaparlar. Şuur olsun olmasın...

Evet, kedinin “Mır-mır”ları “Yâ Rahîm! Yâ Rahîm! Yâ Rahîm”dir.


Nükte

Yine gördüm ki: Eğer her şey Cenâb-ı Hakk’a isnad edilmezse, bir ân-ı vâhidde, gayr-i mütenahi ilâhların isbatı lâzım gelir. Ve bütün zerrât-ı kâinattan daha çok olan şu ilahların her birisi, bütün ilâhlara hem zıd, hem misil olması lâzım geliyor. Ve aynı zamanda, her birisi, bütün kâinata elini uzatmış tasarrufatta bulunuyor gibi bir vaziyet alması lâzım geliyor. Meselâ: Bal arısının bir ferdini yaratan bir kudretin hükmü, bütün kâinata câri ve nâfiz olması lâzımdır. Zîra, o bal arısı kâinatın unsurlarına nümûnedir, eczasını kâinattan alıyor. Halbuki vücûd sahasında mahal ve makam, yalnız ve yalnız Vâcib-ül-Ehad’a mahsustur. Eğer eşya kendi nefislerine isnad edilirse, her bir zerreye bir ulûhiyet lâzımdır. Meselâ: Ayasofya’nın bânisi inkâr edildiği takdirde, her bir taşı bir Mimar Sinan olması lâzım geliyor. Öyle ise, kâinatın Sânia olan delâleti, kendi nefsine olan delâletinden daha vâzıh, daha zâhir, daha evlâdır.

Öyle ise, kâinatın inkârı mümkün olsa bile, Sâniin inkârı mümkün değildir...


Nokta

Gafletten neş’et eden dalâlet, pek garîb ve acibdir. Mukareneti illiyete kalbeder. İki şey arasında bir mukarenet olursa, yâni, dâima beraber vücûda gelirlerse, birisinin ötekisine illet gösterilmesi o dalâletin şe’nindendir. Halbuki, devamlı mukarenet, illiyete delil olamaz.

Səs yoxdur