Biz ehli haliz, namzed-i istikbâliz. Tasvir ve tezyini müddea, zihnimizi işba’ etmiyor. Bürhan isteriz.
Biraz da iki sultan hükmünde olan mâzi ve istikbâlin hasenat ve seyyiatlarını zikredelim. Mâzi ülkesinde ekseriyetle hükümferma, kuvvet ve heva ve tabiat ve müyulat ve hissiyat olduğundan; seyyiatından biri, herbir emirde, velev filcümle olsun istibdâd ve tahakküm var idi. Hem de meslek-i gayra husumete, kendi mesleğine iltizam ve muhabbetten daha ziyâde ihtimam olunur idi. Hem de bir şahsa husumetin, başkasının muhabbetisûretinde tezâhürü idi. Hem de keşfi hakîkata mâni olan iltizam ve taassub ve tarafdarlığın müdâhaleleri idi.
Hasılı kelâm: Müyulat muhtelife olduklarından tarafdarlık hissi, herşeye parmak vurmak ile ihtilafatla ihtilâl çıkarıldığından, hakîkat ise kaçıp gizlenirdi.
Hem de istibdâd-ı hissiyatın seyyielerindendir ki: Mesalik ve mezahibi ikame edecek, galiben taassub veya tadlili gayr veya safsata idi. Halbuki üçü de nazarı şerîatta mezmum ve uhuvveti İslâmiyeye ve nisbeti hemcinsiyeye ve teavünü fıtrîye münafîdir. Hatta o derece oluyor; bunlardan biri taassub ve safsatasını terkederek nâsın icma’ ve tevâtürünü tasdik ettiği gibi, birden mezheb ve mesleğini tebdil etmeye muztar kalıyor. Halbuki taassub yerinde hak ve safsata yerinde bürhan ve tadlili gayr yerinde tevfik ve tatbik ve istişâre ederse, dünya birleşse hak olan mezheb ve mesleğini bir parça tebdil edemez. Nasılki zamanı saâdette ve selefi sâlihîn zamanlarında hükümferma hak ve bürhan ve akıl ve meşveret olduklarından, şükûk ve şübehatın hükümleri olmaz idi.
Kezalik görüyoruz ki: Fennin himmetiyle, zamanı halde filcümle, inşâallah istikbâlde bitamamihi hükümferma kuvvete bedel hak ve safsataya bedel bürhan ve tab’a bedel akıl ve hevaya bedel hüda ve taassuba bedel metanet ve garaza bedel hamiyet ve müyulat-ı nefsaniyeye bedel temayülat-ı ukûl ve hissiyata bedel efkâr olacaklardır;