İşâret: Nizam-ı hilkat-ı âlem denilen şerîat-ı fıtriye-i İlâhîye; mevlevî gibi cezbe tutan meczub ve misafir olan kürei arza, Güneşe iktida eden safbeste yıldızların safında durup itaat etmesini farz ve vâcib kılmıştır. Zîra zemîn, sema ile beraber i033 demişlerdir. Taat ise, cemâat ile daha efdal ve daha ahsendir.
Elhasıl: Sâni-i Âlem, arzı istediği gibi ve hikmeti iktiza ettiği gibi yaratmıştır. Sizin ey ehli hayal!.. teşehhi ile istediğiniz gibi yaratmamıştır; akıllarınızı kâinata mühendis etmemiştir.
Tenbih: Za’f-ı akideye veyahut sofestaî mezhebine olan meyle; veyahut daha almamış, yeni müşteri olmasına işâret eden umûrun biri de; “Bu hakîkat, dine münafîdir” olan kelime-i hamkadır. Zîra bürhan-ı kat’i ile sâbit olan bir şeyi hak ve hakîkat olan dine muhalif olduğuna ihtimal veren ve münafatından havfeden adam, hâlî değil; ya dimağında bir sofestaî gizlenmiş karıştırıyor veyahut kalbini delerek bir müvesvis saklanmış, ihtilâl ediyor veyahut yeniden dine müşteri olmuş, tenkid ile almak istiyor...
Pûşide olmasın, Sevr ve Hut’un kıssa-i meşhuresi İslâmiyetin dahîl ve tufeylîsidir. Râvisiyle beraber müslüman olmuştur. İstersen Mukaddeme-i Sâliseye git, göreceksin; hangi kapıdan dâire-i İslâmiyete dâhil olmuştur. Amma İbn-i Abbas’a olan nisbetin ittisali ise, Dördüncü Mukaddeme’nin âyinesine bak, o ilhakın sırrını göreceksin. Bundan sonra mervîdir: “Arz, sevr ve hut üzerindedir.” Hadîs olarak rivayet ediliyor.
Evvelâ: Teslim etmiyoruz ki, hadîstir. Zîra İsrailiyatın nişanı vardır.