Muhakemat | Üçüncü Makale | 101
(90-137)

Belki yalnız umûr-u i’tibâriye ve terkibiyede bir san’at ve kesbi vardır. Evet bu kıyas aldatıcıdır, insan kendini ondan kurtaramıyor.

Elhasıl: İnsan kâinatta mümkinatın öyle bir kuvvet ve kudretini görmemiş ki, îcad-ı sırf ve i’dam-ı mahz etsin. Halbuki hükm-ü aklîsi de dâima üssü’l-esası, müşahedattan neş’et eder. Demek âsâr-ı İlâhîyeye mümkinat tarafından bakıyor. Halbuki hayret-efza âsârıyla müsbet olan kudret-i Sâni’in canibinden temâşâ etmek gerektir. Demek ibadın ve kâinatın umûr-u i’tibâriyeden başka te’siri olmayan kuvvet ve kudretlerin cinsinden olan bir kudret-i mevhume içinde Sânii farz ederek o noktadan şu mes’eleye temâşâ ediyor. Halbuki Vâcibü’l-Vücûd’un canibinden, kudret-i tâmmesi nokta-i nazarından bu mes’eleye temâşâ etmek gerektir.

İşâret: Birinin âsârı muhakeme olunursa, onun hassasını nazara almak lâzımdır. İşte şu mes’elede, edilmemiştir. Zîra bu mes’eleye, acz-i abdin arkasında kudret-i mümkinatın tarafında kıyas-ı temsilînin perdesi altında temâşâ ediyor. Halbuki tekvin-i âlemde bir kısmını maddesiz ibda’ ve bir kısmı dahi maddeden inşa ile şu kadar hayret-feza âsâr-ı mu’cize ile kudret-i kâmile-i İlâhîyeyi göstermekle beraber ondan sarf-ı nazar etmek, gaibi şâhid sûretinde görmek olan kıyas-ı hâdi’ ile ve ebna-yı cinsini muhakeme ettiği gibi; bir kâide-i mahdude ile Vâcibü’l-Vücûd’a nazar ederler. Hatta çok mes’eleyi akl-ı selim makul gördüğü halde, onlar gayr-ı makul tevehhüm ederler.

Tenbih: Muhtereattan kat’-ı nazar; masnuatın en zâhir ve münevver ve “ziya” dedikleri olan nûr-u ayn-ı âlemin kavânin-i acibesi ve onun semeresi ve misâl-i musaggarı olan nûr-u basarın nevâmis-i bediasıyla münevver ve musavver olan kemâl-i kudret-i İlâhîyenin canibinden; müvazene nokta-i nazarında gayr-ı makul ve uzak tevehhüm olunan mesâile temâşâ edilirse, me’nus ve ayn-ı aklın kirpikleri ortasında görülecektir.

Səs yoxdur