Muhakemat | Üçüncü Makale | 113
(90-137)

Enbiyâ, düstûr-u hareket ettiklerini ve nev’-i beşer tarafından enbiyâya karşı keyfiyet-i telakkileri ve ümeme karşı sûret-i muameleleri ve terk-i menafi’-i şahsiye ve sâir umûrlar ki onlara nebi dedirmiş ve nübüvvete medâr olmuş olan esaslar ise; evlâd-ı beşerin sinn-i tekemmül ve kühûlette olan üstadı ve medrese-i Ceziretü’l-Arab’da menba-ı ulûm-u âliye ve muallimi olan Zât-ı Muhammed’de daha ekmel ve daha azhar bulunur.

Demek oluyor ki: İstikra-i tâm ile, hususan nev’-i vâhidde, lâsiyyema intizam-ı muttarid üzerine müesses olan kıyas-ı hafînin ianesiyle ve kıyas-ı evlevînin teyidiyle nübüvvet-i Muhammed’i netice vermekle beraber, tenkihü’l-menat denilen husûsiyattan tecrid nokta-i nazardan cemi’ enbiyâ lîsan-ı mu’cizatlarıyla vücûd-u Sâni’in bir bürhan-ı bahiresi olan Muhammed’in sıdkına şehâdet ederler.

İtizar: Kısa cümlelerle söylemiyorum muğlakça oluyor. Zîra şu hakâik her tarafa derin köklerini attıklarından mes’ele uzunlaşıyor. Sûret-i mes’eleyi bozmak ve parça parça etmek ve hakîkatı incitmek istemiyorum. Hem de hakîkatın etrafına bir dâireyi çekmek istiyorum, tâ hakîkat mahsur kalıp kaçmasın. Ben tutmazsam başkası tutsun. Beni mazur tutsanız, febiha... Ve illâ hürriyet var, tahakküm yoktur. Keyfinize...

Mukaddeme

Peygamberin delil-i sıdkı; herbir hareket, herbir halidir... Evet herbir hareketinde adem-i tereddüd ve mu’terizlere adem-i iltifat ve muarızlara adem-i mübalât ve muhalif olanlardan adem-i tahavvüfü, sıdkını ve ciddiyetini gösteriyor. Hem de evamirinde hakîkatın ruhuna olan isabeti, hakkıyetini gösterir.

Elhasıl: Tahavvüf ve tereddüd ve telaş ve mübalât gibi hile ve adem-i vüsuku ve itminansızlığı îma eden umûrlardan müberra iken, bilâ-perva ve kuvvet-i itminanla en hatarlı makamlarda olan hareketi ve nihayette olan isabeti ve iki âlemde semere verecek olan zîhayat kâideleri harekâtıyla tesis ettiğine binâen,

Səs yoxdur