Herbir fiil ve herbir tavrının iki taraftan yâni bidâyet ve nihayetten ciddiyeti ve sıdkı, nazar-ı ehl-i dikkate arz-ı didar ediyor. Bahusus mecmu’-u harekâtının imtizacından ciddiyet ve hakkıyet şu’le-i cevvale gibi ve in’ikasatından ve müvazenatından sıdk ve isabet, berk-i lâmi’ gibi tezâhür ve tecelli ediyor.
İşâret: Zaman-ı mâzi ve zaman-ı hal (yâni: Asr-ı Saâdet) ve zaman-ı istikbâl tazammun ettikleri berahin-i nübüvvet lîsan-ı vâhid ile maden-i ahlâk-ı âliye olan Zât-ı Muhammed’de (Aleyhissalâtü Vesselâm) dâîyi sıdkı ve dellâl-ı nübüvveti olan bürhan-ı zâtînin nidasına cevab ve hemdest-i vifak olarak nübüvvetini i’lâ ve i’lân ettiklerini kör olmayanlara gösterdiler. Şu halde kitab-ı âlemden olan fasl-ı zamanın sahife-i selâsesini mütâla’a edeceğiz. Hem de o kitabdan mes’ele-i uzma ve münevvere olan Zât-ı Muhammed’i (A.S.M.) temâşâ ve ziyaret edeceğiz. Müddeamız olan bürhanın kübrâsını onun ile isbat edeceğiz.
İşte bu noktaya binâen mesalik-i nübüvvet dörttür. Beşincisi meşhur ve mesturdur.
Birinci Meslek
Yâni, mes’ele-i âliye-i zâtiyeyi temâşâ etmekte dört nükteyi bilmek lâzımdır:
Birincisi: i112 kâidesine binâen sun’î ve tasannuî olan şey, ne kadar mükemmel olsa da, tabiî yerini tutmadığından hey’etinin feletatı, müzahrefiyeti îma edecektir.
İkincisi: Ahlâk-ı âliyenin, hakîkatın zemîniyle olan rabıta-i ittisali ciddiyettir. Ve deveran-ı dem gibi hayatlarını idâme eden ve imtizaçlarından tevellüd eden haysiyete kuvvet veren, hey’et-i mecmûasına intizam veren yalnız sıdktır. Evet şu rabıta olan sıdk ve ciddiyet kesildiği anda, o ahlâk-ı âliye kurur ve hebaen gidiyor.