Şualar | İkinci Şuâ | 14
(5-43)

Meselâ sırr-ı vahdet ile kâinat öyle cesîm ve cismanî bir melaike hükmünde olur ki, mevcûdâtın nevileri adedince yüz binler başlı ve her başında o nevide bulunan ferdlerin sayısınca yüz binler ağız ve her ağzında o ferdin cihâzât ve ecza ve âza ve hüceyratı mikdarınca yüz binler diller ile Sâniini takdis ederek tesbihat yapan İsrafil-misal ubûdiyette ulvî bir makam sâhibi bir acaib-ül mahlûkat iken;

Hem sırr-ı tevhid ile âhiret âlemlerine ve menzillerine çok mahsulât yetiştiren bir mezraa ve dâr-ı saadet tabakalarına a’mâl-i beşeriye gibi çok hâsılatiyle levâzımat tedarik eden bir fabrika ve âlem-i bekada husûsan Cennet-i Alâ’daki ehl-i temaşaya dünyadan alınma sermedî manzaraları göstermek için mütemadiyen işleyen yüz bin yüzlü sinemalı bir fotoğraf iken;

Şirk ise, bu çok acib ve tam mutî, hayatdar ve cismanî melâikeyi; câmid, ruhsuz, fâni, vazifesiz, halik, ma’nasız hâdisatın herc ü merci altında ve inkılâbların fırtınaları içinde, adem zulümatında yuvarlanan bir perişan mecmua-yı vâhiyesi, hem bu çok garîb ve tam muntazam, menfaatdar fabrikayı; mahsulâtsız, neticesiz, işsiz, muattal, karmakarışık olarak şuursuz tesadüflerin oyuncağı ve sağır tabiatın ve kör kuvvetin mel’abegâhı ve umum zîşuurun matemhânesi ve bütün zîhayatın mezbahası ve hüzüngâhı sûretine çevirir. İşte


sırriyle, şirk birtek seyyie iken ne kadar çok ve büyük cinâyetlere medâr oluyor ki, Cehennem’de hadsiz azaba müstehak eder. Her ne ise... “Sirâcınnûr” da bu ikinci meyvenin îzahatı ve hüccetleri mükerreren beyân edildiğinden, o uzun kıssayı kısa bıraktık. Bu ikinci meyveye beni sevkedip îsal eden acib bir his ve garîb bir zevktir. Şöyle ki:

Bir zaman, bahar mevsiminde temaşa ederken gördüm ki: Zemin yüzünde haşir ve neşr-i âzamın yüz binler nümûnelerini gösteren bir seyeran ve seyelân içinde kafile kafile arkasında gelen geçen mevcûdâtın ve bilhassa zîhayat mahlûkatın,

Səs yoxdur