Şualar | İkinci Şuâ | 8
(5-43)

birden bütün yavruların pek çok hârikulâde ve pek çok şefkatkârane olan küllî ve umûmî iâşeleri ve vâlidelerini onlara musahhar etmeleriyle rahmet-i Rahman’ın cemâl-i lâyezalîsi kemâl-i şa’şaa ile görünür. Eğer tevhid nazariyle bakılmazsa, o cemâl gizlenir ve o cüz’î iâşe dahi esbaba ve tesadüfe ve tabiata havale edilir; bütün bütün kıymetini, belki mâhiyetini kaybeder.

Hem meselâ: Müdhiş bir hastalıktan şifa bulmak, eğer tevhid nazariyle bakılsa; birden zemin denilen hastahâne-i kübrâda bulunan bütün dertlilere, âlem denilen eczahâne-i ekberden ilâçları ve dermanlariyle şifa ihsan etmek yüzünde, Rahîm-i Mutlak’ın cemâl-i şefkati ve mehâsin-i Rahîmiyeti küllî ve şa’şaalı bir sûrette görünür. Eğer tevhid nazariyle bakılmazsa; o cüz’î fakat alîmâne, basîrâne, şuurkârane olan şifa vermek dahi, câmid ilâçların hasiyetlerine ve kör kuvvete ve şuursuz tabiata verilir. Bütün bütün mahiyetini ve hikmetini ve kıymetini kaybeder.

Bu makam münâsebetiyle hâtıra gelen bir salâvatın bir nüktesini beyân ediyorum. Şöyle ki: Namaz tesbihatının âhirinde Şafiîlerde gâyet müsta’mel ve meşhur bir salâvat olan


nin ehemmiyeti yüzündendir ki, insanın hikmet-i hilkatı ve sırr-ı câmiiyeti ise; her zaman, her dakika hâlıkına iltica ve yalvarmak ve hamd ve şükür etmek olduğundan, insanı dergâh-ı İlâhîyeye kamçı vurup sevkeden en keskin ve müessir sâik, hastalıklar olduğu gibi; insanı, kemâl-i şevk ile şükre sevkeden ve tam ma’nasiyle minnetdar edip hamdettiren tatlı ni’metler ise, başta şifalar ve devalar ve âfiyetler olduğundan bu salâvat-ı şerife gâyet müşerref ve ma’nidar olmuştur. Ben ba’zen



dedikçe, küre-i arzı bir hastahâne sûretinde ve maddî ve ma’nevî bütün dertlerin ve ihtiyaçların dermanlarını ihsan eden Şâfî-i Hakîki’nin pek aşikâr bir mevcûdiyetini ve küllî bir şefkatini ve kudsî ve geniş bir rahîmiyetini hissediyorum.

Səs yoxdur