Şualar | Yedinci Şuâ | 136
(103-191)

İkincisi: Elinde, bu kâinat sâhibinin bir fermanı bulunduğu ve o fermanı her asırda üç yüz milyondan ziyâde insanların kabul ve tasdik ettikleri ve o ferman olan Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın yedi vecihle hârika olmasıdır. Ve bu Kur’ân’ın kırk vecihle mu’cize olduğu ve kâinat hâlıkının sözü bulunduğu kuvvetli delilleriyle beraber “Yirmi beşinci Söz, Mu’cizat-ı Kur’âniye” namlarındaki ve Risâle-i Nur’un bir Güneşi olan meşhur bir risâlede tafsilen beyân edilmesinden, onu, ona havale ederek dedi: Böyle ayn-ı hak ve hakîkat bir fermanın tercümanı ve tebliğ edicisi bir Zât’ta (A.S.M.) fermana cinâyet ve ferman sâhibine hıyânet hükmünde olan yalan olamaz ve bulunamaz..

Üçüncüsü: O Zât (A.S.M.), öyle bir şeriat ve bir İslâmiyet ve bir ubûdiyet ve bir dua ve bir dâvet ve bir îman ile meydana çıkmış ki, onların ne misli var ve ne de olur. Ve onlardan daha mükemmel ne bulunmuş ve ne de bulunur. Çünkü: Ümmi bir zâtta (A.S.M.) zuhur eden o şeriat; on dört asrı ve nev’-i beşerin humsunu, âdilâne ve hakkaniyet üzere ve müdakkikane hadsiz kanunlarıyla idare etmesi emsâl kabul etmez.

Hem ümmi bir zât’ın (A.S.M.) ef’âl ve akval ve ahvalinden çıkan İslâmiyet, her asırda, üç yüz milyon insanın rehberi ve mercii ve akıllarının muallimi ve mürşidi ve kalblerinin münevviri ve musaffisi ve nefislerinin mürebbisi ve müzekkisi ve ruhlarının medâr-ı inkişafı ve mâden-i terakkiyatı olması cihetiyle, misli olamaz ve olamamış.

Hem dininde bulunan bütün ibâdâtın bütün envaında en ileri olması ve herkesten ziyâde takvâda bulunması ve Allah’tan korkması ve fevkalâde dâimî mücahedât ve dağdağalar içinde, tam tamına ubûdiyetin en ince esrarına kadar müraat etmesi ve hiç kimseyi taklid etmiyerek ve tam ma’nasıyla ve mübtediyâne fakat en mükemmel olarak, hem ibtida ve intihayı birleştirerek yapması; elbette misli görülmez ve görülmemiş.

Səs yoxdur