Şualar | Yedinci Şuâ | 149
(103-191)

Sonra, bir fakir insana değil fâni ve muvakkat bir tarlayı, bir hâneyi, belki koca kâinatı ve dünya kadar bir mülk-ü bâkiyi kazandıran ve bir fâni adama ebedî bir hayatın levâzımatını bulduran ve ecelin darağacını bekleyen bir biçâreyi i’dam-ı ebedîden kurtaran ve saadet-i sermediyenin hazinesini açan en kıymetdar sermaye-i insaniyenin îman olduğunu bilen mezkûr misafir ve hayat yolcusu, kendi nefsine dedi ki: “Haydi, ileri!” Îmanın hadsiz mertebelerinden bir mertebe daha kazanmak için kâinatın heyet-i mecmûasına müracaat edip, “O da ne diyor, dinlemeliyiz; erkânından ve eczasından aldığımız dersleri tekmil ve tenvir etmeliyiz.” diye, Kur’ândan aldığı geniş ve ihâtalı bir dûrbîn ile baktı, gördü:

Bu kâinat, o kadar ma’nidar ve muntazamdır ki; mücessem bir kitab-ı Sübhanî ve cismanî bir Kur’ân-ı Rabbânî ve müzeyyen bir saray-ı Samedanî ve muntazam bir şehr-i Rahmanî sûretinde görünüyor. O kitabın bütün sûreleri, âyetleri ve kelimatları, hatta harfleri ve babları ve fasılları ve sayfaları ve satırları.. umumunun, her vakit ma’nidârane mahv ve isbatları ve hakîmâne tağyir ve tahvilleri; icmâ ile, bir Alîm-i Külli Şey’in ve bir Kadîr-i Külli Şey’in ve bir Musannıfın, herşeyde herşeyi gören ve herşeyin herşeyi ile münâsebetini bilen, riayet eden bir Nakkaş-ı Zülcelâl’in ve bir Kâtib-i Zülkemâl’in vücûdunu ve mevcûdiyetini bilbedahe ifade ettikleri gibi, bütün erkân ve envaıyla ve ecza ve cüz’iyatıyla ve sekeneleri ve müştemilâtıyla ve vâridat ve masârıfatiyle ve onlarda maslahatkârane tebdilleriyle ve hikmetperverâne tecdidleriyle, bil’ittifak, hadsiz bir kudret ve nihayetsiz bir hikmetle iş gören âlî bir ustanın ve misilsiz bir Sâni’in mevcûdiyetini ve vahdetini bildiriyorlar. Ve kâinatın azametine münasib iki büyük ve geniş hakîkatın şehâdetleri, kâinatın bu büyük şehâdetini isbat ediyorlar.

Birinci Hakîkat: Usûl-üd din ve ilm-i Kelâmın dâhî ulemasının ve hükema-i İslâmiyenin gördükleri ve hadsiz bürhanlarla isbat ettikleri “hudûs” ve “imkân” hakîkatlarıdır. Onlar demişler ki: “Mâdem âlemde ve herşeyde tegayyür ve tebeddül var; elbette fânidir, hâdistir, kadîm olamaz. Mâdem hâdistir, elbette onu ihdâs eden bir Sâni’ var.

Səs yoxdur