Şualar | Yedinci Şuâ | 154
(103-191)

Fatiha-i Şerifede başından tâ kelimesine kadar gâibâne medh ü senâ ile bir huzur gelip hitabına çıkılması gibi, biz dahi doğrudan doğruya gâibâne aramayı bırakıp, aradığımızı aradığımızdan sormalıyız; herşeyi gösteren Güneşi, Güneşten sormak gerektir. Evet herşeyi gösteren, kendini herşeyden ziyâde gösterir. Öyle ise şemsin şuââtı ile onu görmek ve tanımak gibi, Hâlıkımızın Esmâ-i Hüsnâsiyle ve sıfât-ı kudsiyesiyle O’nu kabiliyetimizin nisbetinde tanımaya çalışabiliriz.

Bu maksadın hadsiz yollarından iki yolu ve o iki yolun hadsiz mertebelerinden iki mertebeyi ve o iki mertebenin pek çok hakîkatlarından ve pek çok uzun tafsilâtından yalnız iki hakîkatı icmal ve ihtisar ile bu risâlede beyân edeceğiz.

Birinci Hakîkat: Bilmüşâhede gözümüzle görünen ve muhit ve dâimî ve muntazam ve dehşetli ve semâvî ve arzî olan bütün mevcûdâtı çeviren ve tebdil ve tecdid eden ve kâinatı kaplayan faaliyet-i müstevliye hakîkatıdır ve o her cihetle hikmet–medâr faaliyet hakîkatının içinde tezâhür-ü rubûbiyet hakîkatının bilbedahe hissedilmesi ve o her cihetle rahmet-feşân tezâhür-ü rubûbiyet hakîkatının içinde, tebârüz-ü Ulûhiyet hakîkatı bizzarûre bilinmiş olmasıdır.

İşte; bu hâkîmâne ve hakîmâne faaliyet-i dâimeden ve perdesinin arkasında bir Fâil-i Kadîr ve Alîm’in ef’âli, görünür gibi hissedilir. Ve bu mürebbiyâne ve müdebbirâne ef’âl-i Rabbânîyeden ve perdesinin arkasından, herşeyde cilveleri bulunan Esmâ-i İlâhîye, hissedilir derecesinde bedahetle bilinir. Ve bu celâldârâne ve cemâlperverâne cilvelenen Esmâ-i Hüsnâ’dan ve perdesinin arkasında sıfât-ı seb’a-i kudsiyenin ilmelyakîn, belki aynelyakîn, belki hakkalyakîn derecesinde vücûdları ve tahakkukları anlaşılır. Ve bu yedi kudsî sıfatın dahi, bütün masnûatın şehâdetiyle; hem hayatdarâne, hem kadîrâne, hem alîmâne, hem semîâne, hem basîrâne, hem mürîdâne, hem mütekellîmâne nihayetsiz bir sûrette tecellileri ile bilbedahe ve bizzarure ve biilmelyakîn bir Mevsuf-u Vâcib-ül Vücûd’un ve bir Müsemma-i Vâhid-i Ehad’in ve bir Fâil-i Ferd-i Samed’in mevcûdiyeti, Güneşten daha zâhir, daha parlak bir tarzda kalbdeki îman gözüne görünür gibi kat’i bilinir.

Səs yoxdur