Şualar | OnBirinci Şuâ | 240
(205-299)

İşte mâdem, mâhiyet-i insaniyenin bir hizmetkârı olan kuvve-i hayaliyeyi bu dünya lezzetleri tatmin etmiyor. Elbette gâyet câmi mâhiyet-i insaniye, ebediyetle fıtraten alâkadardır. İşte bu hadsiz arzu ve emellere bağlı olduğu halde, sermayesi bir cüz’î cüz-ü ihtiyarî ve fakr-ı mutlak bir insana, âhirete îman ne derece kuvvetli ve kâfi ve vâfi bir hazine, bir medâr-ı saadet ve lezzet, bir medâr-ı istimdat, bir merci ve dünyanın hadsiz gamlarına karşı bir medâr-ı teselli olduğu öyle bir meyve ve faidedir ki; onu kazanmak yolunda dünya hayatını feda etse, yine ucuzdur.

İkinci meyvesi ve hayat-ı şahsiyeye bakan bir faidesi:

Üçüncü Mes’ele’de îzah edilen ve Gençlik Rehberi’nde bir hâşiye bulunan çok ehemmiyetli bir neticedir.

Evet, her insanın, her zaman düşündüğü en ehemmiyetli endişesi, mezaristana giren kendi dostları ve akrabaları gibi o i’damhâneye girmek keyfiyetidir. Birtek dostu için, ruhunu feda eden o biçâre insanın; binler, belki milyonlar, milyarlar dostları ebedî bir müfarakat içinde i’dâm olmalarını tevehhüm edip Cehennem azabından beter bir elem -o düşünmek ucundan- göründüğü vakit, âhirete îman geldi, gözünü açtırdı ve perdeyi kaldırdı. “Bak” dedi. O, îmanla baktı... Cennet lezzetinden haber veren bir lezzet-i ruhaniyeyi o dostları ebedî ölümlerden ve çürümelerden kurtulup mesrûrâne bir nurânî âlemde onu da bekliyorlar vaziyetinde müşâhedesiyle aldı. Risâle-i Nur’da bu netice hüccetlerle îzahına iktifaen kısa kesiyoruz.

Hayat-ı şahsiyeye âid üçüncü bir fâidesi:

İnsanın sâir zîhayatlar üstündeki tefevvuku ve rütbesi ise; yüksek seciyeleri ve cem’iyetli isti’dâtları ve küllî ubûdiyetleri ve geniş vücûdî dâireleri itibariyledir. Halbuki o insan, hem mâdum, hem ölü, hem karanlık olan geçmiş ve gelecek zamanların ortasında sıkışmış bir kısa zaman olan hazır vaktin mikyasıyla, ölçüsüyle; hamiyeti, muhabbeti, kardeşliği, insaniyeti gibi seciyeler alır.

Səs yoxdur