Şualar | OnBirinci Şuâ | 286
(205-299)

bilâşek velâ-şübhe, koca semâvâta münâsib, isyansız ve dâima ubûdiyette olan sekeneleri ve rûhanîleri yaratmış, semâvâtı şenlendirmiş, boş bırakmamış ve hayvanatın tâifelerinden pek çok ziyâde ayrı ayrı nevileri meleklerden îcad etmiş ki, bir kısmı küçücük olarak yağmur ve kar katrelerine binip san’at ve rahmet-i İlâhîyeyi kendi dilleriyle alkışlıyorlar; bir kısmı, birer seyyar yıldızlara binip feza-yı kâinatta seyahat içinde azamet ve izzet ve haşmet-i rubûbiyete karşı tekbir ve tehlil ile ubûdiyetlerini âleme ilân ediyorlar. Evet, zaman-ı Âdemden beri bütün semâvî kitablar ve dinler meleklerin vücûdlarına ve ubûdiyetlerine ittifakları ve bütün asırlarda melekler ile konuşmalar ve muhâvereler, kesretli tevatür ile insanlar içinde vukubulduğunu nakl ve rivâyetleri ise, görmediğimiz Amerika insanlarının vücûdları gibi meleklerin vücûdlarını ve bizimle alâkadar olduklarını kat’i isbat eder. İşte şimdi gel, îman nuruyla bu küllî ikinci meyveye bak ve tat; nasıl kâinatı baştan başa şenlendirip, güzelleştirip bir mescid-i ekbere ve büyük bir ibâdethâneye çeviriyor. Ve fen ve felsefenin soğuk, hayatsız, zulmetli, dehşetli göstermelerine mukabil; hayatlı, şuurlu, ışıklı, ünsiyetli, tatlı bir kâinat göstererek bâkî hayatın bir cilve-i lezzetini ehl-i îmana derecesine göre dünyada dahi tattırır.

Tetimme: Nasılki vahdet ve ehadiyet sırrıyla kâinatın her tarafında aynı kudret, aynı isim, aynı hikmet, aynı san’at bulunmasiyle Hâlıkın vahdet ve tasarrufu ve îcad ve rubûbiyeti ve hallâkıyet ve kudsiyeti, cüz’î-küllî herbir masnu’un hâl dili ile ilân ediliyor. Aynen öyle de; her tarafta melekleri halkedip her mahlûkun lîsan-ı hâl ile şuursuz yaptıkları tesbihatı, meleklerin ubûdiyetkârâne dilleriyle yaptırıyor. Meleklerin hiçbir cihette hilâf-ı emir hareketleri yoktur. Hâlis bir ubûdiyetten başka hiçbir îcad ve emirsiz hiçbir müdâhale, hatta izinsiz şefaatları dahi olmaz. Tam,


sırrına mazhardırlar.

Səs yoxdur