Ve hükümetin ve milletin bir hâtırası ve Cenâb-ı Hakk’ın bir tecelli-i hâkimiyeti olan adaletleri, kanunları nerede?..
Hem biz hükümet-i cumhuriye ve esaslarından en ziyâde kendimize medâr-ı istinad ve onun ile kendimizi müdâfaa ettiğimiz “hürriyet-i vicdan” esası, bizim aleyhimizde medâr-ı mes’uliyet tutulmuş, güya biz hürriyet-i vicdan esasına muarız gidiyoruz.
Hem medeniyetin seyyiatını ve kusurlarını tenkid etmesinden hatır ve hayalime gelmeyen bir şeyi zabıtnamelerde isnad ediyor. Güya ben radyo (Hâşiye) tayyare ve şimendiferin kullanılmasını kabul etmiyorum, diye terakkiyat-ı hâzıra aleyhinde bulunduğumla mes’ul ediyor.
İşte bu nümûnelere kıyasen ne kadar hilâf-ı adâlet bir muamele olduğunu, inşâallah insaflı adâletli olan Denizli müddeiumûmîsi ve mahkemesi göstererek, o zabıtnamelerin evhamlarına ehemmiyet vermeyecekler.
Hem en acîbi budur ki; başka mahmekemenin müddeiumûmîsi benden sordu: “Mahrem Beşinci Şuâ’da demişsin; (Ordu, dizginini o dehşetli şahsın elinden kurtaracak) Muradın, orduyu hükümete karşı itaatsizliğe sevketmektir.” Ben de dedim: “Maksadım; o kumandan ya ölecek veya tebdil edilecek, ordu tahakkümünden kurtulacak demektir. Acaba; hem gâyet mahrem, sekiz senede yalnız iki def’a elime geçen ve aynı zamanda kaybedilen, hem âhir zamana ait bir hadîsin ma’nasını küllî bir sûrette beyân eden, hem aslı eskiden te’lif edilen bir risâle, hem bir tek nefer görmediği halde nasıl sebeb-i ittiham olur?” Maatteessüf, o insafsızların o acîb ittihamı iddianameye girmiş.
Hem en garîbi şudur ki; bir yerde demişim: Cenâb-ı Hakk’ın büyük ni’metleri olan tayyare ve şimendifer ve radyoyu, büyük şükür ile mukabele lâzımken; beşer şükür etmedi, tayyareler ile başlarına bomba yağdı.
Hâşiye: Radyo gibi azîm bir ni’met-i İlâhîyeye karşı azîm bir şükür olmak için: “Radyo Kur’ânı okuyup bütün zemîn yüzündeki insanlara dinlettirip, küre-i havanın bir hâfız-ı Kur’ân olmasıdır.” demiştim.