Şualar | OnÜçüncü Şuâ | 354
(323-383)

Elhâsıl: Ya Risâle-i Nuru tam serbest bırakınız veyahud bu kuvvetli ve zedelenmez hakîkatı elinizden gelirse kırınız. Ben şimdiye kadar sizi ve dünyanızı düşünmüyordum ve düşünmeyecektim.

Fakat mecbûr ettiniz; belki de sizi îkâz etmek lâzımdı ki, kader-i İlâhî bizi bu yola sevketti. Biz de


düstûr-u kudsîyi kendimize rehber edip, herbir sıkıntınızı sabır ile karşılayacağız diye azmettik.

Mahkemede son sözüm:

Efendiler!

Çok emâreler ile kat’i kanâatım gelmiş ki; hükümet hesabına, hissiyât-ı dîniyeyi âlet ederek emniyet-i dahiliyeyi ihlâl etmek için bize hücum edilmiyor; belki bu yalancı perde altında zındıka hesabına bizim îmanımız için ve îmana ve emniyete hizmetimiz için bize hücum edildiğine çok hüccetlerden bir hücceti şudur ki: Yirmi sene zarfında “Risâle-i Nur”un yirmi bin nüshalarını ve parçalarını yirmi bin adamlar okuyup kabûl ettikleri halde, “Risâle-i Nur”un şâkirdleri tarafından emniyetin ihlâline dâir hiçbir vukuat olmamış, hükümet kaydetmemiş ve iki mahkeme bulmamış. Halbuki böyle kesretli propaganda, yirmi günde vukuatlar ile kendini gösterecekti. Demek hürriyet-i vicdan prensibine zıd olarak bütün dindar nasihatçılara şâmil lâstikli bir kanunun yüz altmış üçüncü maddesi, sahte bir maskedir. Zındıklar onunla hükümeti iğvâ ederek ve adliyeyi şaşırtıp bizi herhalde ezmek istiyorlar.

Mâdem hakîkat budur, biz de bütün kuvvetimizle deriz: Ey dînini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız. Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek. Yüzer milyon kahraman başlar fedâ oldukları bir kudsî hakîkata, başımız dahi fedâ olsun. Her cezanıza ve îdamınıza hazırız. Hapsin harici, bu vaziyette yüz derece dahilinden daha fenâdır. İstabdat-ı mutlak altında hiçbir hürriyet -ne hürriyet-i ilmiye, ne hürriyet-i vicdan, ne hürriyet-i dîniye- olmamasından, ehl-i nâmus ve diyânet ve tarafdar-ı hürriyet olanlara ya ölmek veya hapse girmekten başka bir çâre kalmaz. Biz de,


diyerek Rabbimize dayanıyoruz.

Səs yoxdur