Şualar | OnÜçüncü Şuâ | 355
(323-383)

Risâle-i Nur’a âit dâva ve itiraz, cüz’î bir hâdise ve şahsî bir mes’ele değil ki çok ehemmiyet verilmesin. Belki bu milleti ve memleketi ve hükümeti ciddî alâkadar edecek ve dolayısiyle Âlem-i İslâmın nazar-ı dikkatini ehemmiyetli bir sûrette celbedecek bir küllî hâdise hükmünde ve umûmî bir mes’eledir. Evet, Risâle-i Nur’a perde altında hücum eden, ecnebi parmağiyle bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan Âlem-i İslâmın teveccühünü ve muhabbetini ve uhuvvetini kırmak ve nefret verdirmek için siyaseti dinsizliğe âlet ederek perde altında küfr-ü mutlakı yerleştirenlerdir ki, hükümeti iğfal ve adliyeyi iki def’adır şaşırtıp ve der: “Risâle-i Nur Şâkirdleri dîni siyâsete âlet eder, emniyete zarar ihtimâli var.”

Hey bedbahtlar! Risâle-i Nurun gerçi siyasetle alâkası yoktur, fakat küfr-ü mutlakı kırdığı için, küfr-ü mutlakın altı olan anarşiliği ve üstü olan istibdâd-ı mutlakı esasiyle bozar, reddeder. Emniyeti, âsâyişi, hürriyeti, adâleti te’mîn ettiğine yüzer hüccetlerinden birisi, bu müdâfaanâmesi hükmündeki “Meyve Risâlesi”dir. Bu risâleyi, âlî bir hey’et-i ilmiye ve içtimâîye tedkik etsinler. Eğer beni tasdik etmezlerse, ben her cezaya ve işkenceli îdama râzıyım.

Said Nursî


* * *


Aziz, sıddık kardeşlerim!

Sakın sakın münâkaşa etmeyiniz, casus kulaklar istifâde ederler. Haklı olsa, haksız olsa bu halimizde münâkaşa eden haksızdır. Bir dirhem hakkı varsa, münakaşa ile bin dirhem bizlere zararı dokunabilir. Bir zaman Eskişehir hapsinde titiz kardeşlerime söylediğim bir hikâyeyi tekrar ediyorum: Eski harb-i umûmîde Rusya’nın şimâlinde doksan zâbitimiz ile beraber bir uzun koğuşta esir olarak bulunuyorduk. O zâtların bana karşı haddimden çok ziyâde teveccühleri bulunmasından, nasihatla gürültülere meydan vermezdim.

Səs yoxdur