Şualar | OnBeşinci Şuâ | 614
(529-621)

ve za’f ve aczleriyle beraber hücumlarına ma’rûz kaldıkları hadsiz musîbet ve a’dâları ile beraber gâyet kısa bir ömür, hergün ve her saat ölüm endişesi altında, gâyet dağdağalı bir hayat, yaşamak için gâyet perişan bir maişet içinde kalbe, vicdana en elîm ve en müdhiş hâlet olan mütemadî zeval ve firak belâsını çekmek içinde -ehl-i gaflet için zulümat-ı ebediye kapısı sûretinde görülen- kabre ve mezaristana bakıyorlar. Birer birer ve tâife tâife o zulümat kuyusuna atılıyorlar gördüm. İşte, bu insan âlemini bu zulümat içinde gördüğüm anda, kalb ve ruh ve aklımla beraber bütün letâif-i insaniyem, belki bütün zerrat-ı vücûdum feryad ile ağlamağa hazır iken, birden Kur’ândan gelen nur ve kuvvet-i îman o dalâlet gözlüğünü kırdı, kafama bir göz verdi. Gördüm ki: Cenâb-ı Hakk’ın Âdil ismi Hakîm burcunda, Rahman ismi Kerîm burcunda, Rahîm ismi Gafûr burcunda, yâni ma’nasında, Bâis ismi Vâris burcunda, Muhyî ismi Muhsin burcunda, Rab ismi Mâlik burcunda birer Güneş gibi tulû ettiler. O karanlıklı ve içinde çok âlemler bulunan insan âleminin umumunu birden ışıklandırdılar, şenlendirdiler. Cehennemî hâletleri dağıtıp, nurânî âhiret âleminden pencereler açıp o perişan insan dünyasına nurlar serptiler. Zerrat-ı kâinat adedince, “Elhamdülillâh, Eşşükrülillâh” dedim. Ve aynelyakîn gördüm ki; îmanda ma’nevî bir Cennet ve dalâlette ma’nevî bir Cehennem bu dünyada da vardır, yakînen bildim.

Sonra küre-i arzın âlemi göründü. O seyahat-ı hayâliyemde dine itaat etmeyen felsefenin, karanlıklı kavânin-i ilmiyeleri, hayâlime dehşetli bir âlem gösterdi. Yetmiş def’a top güllesinden daha sür’atli hareketiyle, yirmi beş bin sene mesâfeyi bir senede gezip devreden ve her vakit dağılmağa ve parçalanmaya müstaid (kabil) ve içi zelzeleli, çok ihtiyar ve çok yaşlı Küre-i Arz içinde ve o dehşetli gemi üstünde kâinatın hadsiz boşluğunda seyahat eden biçâre nev’-i insan (vaziyeti) bana pek vahşetli bir karanlık içinde göründü. Başım döndü, gözüm karardı. Felsefenin gözlüğünü yere vurdum, kırdım. Birden hikmet-i Kur’âniye ve îmaniye ile ışıklanmış bir göz ile baktım, gördüm ki: Hâlık-ı Arz ve Semâvât’ın Kadîr, Alîm, Rab, Allah ve Rabb-üs Semâvâti Ve-l Ard ve Musahhir-üş şemsi Ve-l Kamer isimleri, rahmet, azamet, rubûbiyet burçlarında Güneş gibi tulû ettiler.

Səs yoxdur