Şualar | OnBeşinci Şuâ | 617
(529-621)

Aziz, sıddık, sarsılmaz, sebatkâr, fedakâr, vefadâr kardeşlerim!

Bilirsiniz ki Ankara ehl-i vukufu Risâle-i Nur’a âid kerâmetleri ve işâret-i gaybiyeleri inkâr edememişler. Yalnız, yanlış olarak o kerâmetlerde hissedar zannedip itiraz ederek, “Böyle şeyler kitabda yazılmamalı idi, kerâmet izhar edilmez.” diye hafif bir tenkide mukabil müdafaatımda onlara cevaben demiştim ki:

Onlar bana âid değil ve o kerâmetlere sâhib olmak benim haddim değil. Belki Kur’ânın mu’cize-i ma’nevîyesinin tereşşuhâtı ve lem’alarıdır ki hakîki bir tefsiri olan Risâle-i Nur’da kerâmetler şeklini alarak, şâkirdlerinin kuvve-i ma’nevîyelerini takviye etmek için ikramat-ı İlâhîyye nev’indendir. İkram ise, izharı bir şükürdür, câizdir, hem makbuldür.

Şimdi ehemmiyetli bir sebebe binaen cevabı bir parça îzah edeceğim. Ve “ne için izhar ediyorum ve ne için bu noktada bu kadar tahşidat yapıyorum ve ne için birkaç aydır bu mevzuda çok ileri gidiyorum. Ekser mektublar o kerâmete bakıyor?” diye suâl edildi.

Elcevab: Risâle-i Nur’un hizmet-i îmaniyesinde bu zamanda binler tahribatçılara mukabil yüz binler tâmiratçı lâzım gelirken, hem benimle lâakal yüzer kâtib ve yardımcı bulunmak ihtiyaç varken, değil çekinmek ve temas etmemek, belki millet ve ehl-i idare takdir ile ve teşvik ile yardım ve temas etmek zarurî iken ve o hizmet-i îmaniye hayat-ı bâkiyeye baktığı için hayat-ı fâniyenin meşgalelerine ve fâidelerine tercih etmek ehl-i îmana vâcib iken, kendimi misal alarak derim ki:

Səs yoxdur